Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sefer her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Aslında hep bildiği ama asla fark edemediği bir dünyaya…
Gece çok uyuyamamıştı, ondan dolayı gördüğü bir sanrı olsa gerekti. Tabi, bir halüsinasyondan çok gerçek dünyaya bir davetiye gibi duruyordu. Kapıya o kadar odaklanmıştı ki neredeyse arkasından gelen korna sesini duymayacaktı. Sesin geldiği yöne doğru baktı, yolun ortasına bir kedi atlamıştı. Dünya böyle bir yerdi işte, hiçbir şeyi kontrol edemezdiniz çünkü dünya sadece acı vermek isterdi. Bir kaos ortamı da değildi, gerçek hayat. Kaostan duyduğun heyecanı çıkarıp ortada sadece korku kalana kadar bütün duyguları emen bir karadelikti. Önüne tekrar döndüğünde kapının rengi sönükleşmişti. Bu durum onu mutlu etti, gerçek değildi. Zaten gerçek olamazdı, gerçek dünyada parlak şeyler olmazdı sadece insanları kandırmak için geçici güzellikler olurdu.
Kapının yanından geçecekti ki kapının ardından bir ses duydu: “Candaner!” Kapı adını mı söylemişti? Bir nevi onu bu karamsarlıktan çıkarmaya çalışıyordu bu ses. Candaner, diye düşündü kendi kendine. Sevecenliğin koruyucusu, bu hayat için ne kadar ironikti. Aslında çok anlamlıydı çünkü her isim bir kehanetti ama o bunu daha anlayamazdı. Kapıya doğru yürüdü ve elini kapının koluna yerleştirdi. Düşüncesi şuydu: Eğer bu kapı uykuya ya da bir halüsinasyonsa bu tıbbi bir şeydi. O yüzden kimse okulu kaçırdı diye ona kızamayacaktı. Onun için bir kaçış olacaktı. Derin bir nefes almaya çalıştı ama bir şey göğsünün üzerinde oturuyor gibiydi. Kapının kolunu döndürdü ve içeriye adımladı.
Doğru düşünmüştü kapının ardında uyku vardı. Rüyaları hep aynı evrende geçerdi. Şu anda da bu everenin içindeydi. İşte şimdi rahatça nefes alabilirdi. Etrafına baktı. Burada yollar yağmur suyu yüzünden parlar, hava her zaman ıslak toprak kokar ve umut karamsarlığı yutardı. Burada bütün insanlar çok güzeldi. Burada bütün insanlar çok düşünceliydiler hem etrafındakileri düşünürlerdi hem de kendilerini. En sevdiği yere doğru yürümeye başladı. Gerçek hayat keşke burada olsaydı diye düşündü. Gerçek dünyanın burası olması daha mantıklıydı.
Sonunda istediği yere geldi: Kütüphane. Buranın kütüphanesi diğer kütüphaneler benzemezdi. Bir labirent gibi tasarlanmıştı burası. Kitaplar insanları çeker, o yüzden burada herkes en çok seveceği kitabı buluyor diye düşündü. İnsanlar kitapları çekiyordu. Yanlıştı. Çok görmüş ruhlar, acı çeken ruhları anlardı, buna dayanamazdı. En çok yardım edebileceği ruha fısıldardı. İnsan bu fısıltıyı takip eder, doğru zamanda duyardı o cümleler. O yüzden severdi kitabı. Her sanatçı eserine ruhunun bir parçasını katardı, bundan dolayı kitap insanı çekerdi.
Bu sefer fısıltılar onu daha önce hiç girmediği bir bölüme yöneltti. Orada kütüphane çalışanı Derya’yı gördü. “Sonunda buraya çağrılmışsın.” dedi Derya Candaner’in anlayamadığı bir sevinçle. Her zaman Derya’dan biraz korkmuştu. Okyanuslar kadar derin gözleri ve değişken kişiliği onu ürkütücü kılıyordu. “Sonunda ne demek?” diye sordu Candaner. Üstündeki raflardan birinden ayağının dibine bir kitap düştü. Deneyiminden öğrendiği kadarıyla bu kitabı okuması gerektiğinin göstergesiydi. Bu bir kitaptan çok dosya edasıyla yazılmıştı oysa. Rafın üzerine baktı hangi bölümde olduğunu görebilmek için. Rafın üzerinde “Rüya Dosyaları” yazıyordu. Elindeki kitabı daha dikkatli inceledi. Kitabın yazarının adı yerine kendi adı yazıyordu. Bir şey yanlıştı. Buraya göre okula gitmesi, parasının bitmesi, iş bulamaması, okulda geri kalması hepsi bir rüyaydı. “Bilinçaltım bana garip oyunlar oynuyor.” dedi. Belki de gerçek hayatta verilen bir ilacın etkisiydi bunlar. Öyle olmalıydı. “Bilinçaltının değil, endişelerinin oynadığı bir oyun. Bir düşün sence bu dünya daha mantıklı değil mi? Herkesin seni düşünmediği, hata yapmanı beklemediği bir dünya. Herkesin kendiyle ilgilendiği bir dünya. Herkesin mutlu olmak için çabaladığı ve üzgünlükleri geride bıraktığı bir hayat.” diye anlattı Derya. “Ama o zaman benim gerçek dünya diye yaşadığım şey neydi? Ben niye isteyerek kendimi üzeyim ki?” Candaner kendini sorgulamaya başlamıştı. Derya’nın, bu dünyanın tek ümidi oydu. Derya açıklamaya devam etti: “Çoğu kişi gece ‘rahatlamak’ için uyuduğunda gördüğü rüyaları kaygıları ele geçiriyor, bütün sevinçlerini emiyor. Herkes kendiyle o kadar ilgileniyor ki dünyanın güzelliğini fark etmiyor. Sen Candanersin, sevincin koruyucususun. Ama il kendini kurtarman gerekiyor. Herkesi kurtarıp, insanları kendi karamsar duygularından oluşan kafesten kurtarabilirsin. Son umudumuz, tek umudumuz sensin sevincin koruyucusu.”.