Herkes Kendinin Efendisidir

Her zamanki gibi uyanmıştım. Normal bir günün normal bir sabahıydı. Kümesimizdeki horozlar halkı güne davet ediyor, güneş ışığı gözüme vuruyordu. Yataktan kalkma vaktinin geldiğini anladım ve yüzümü yıkamaya banyoya gittim. Dişlerimi fırçaladım ardından odama dönüp okulumuzun bağış kampanyası sayesinde elde ettiğim kıyafetlerimi giymeye başladım. Gömleğimin düğmelerini iliklerken annemin sesini işittim. En sevdiğim böreğin kokusunu da alınca bugünün mükemmel olacağından emin olmuştum. Annemin yanına gittiğimde ise beni beklediğimden bambaşka bir manzara karşıladı…

Komşu köyden amcamlar gelmişti. Meğerse annem beni o sevdiğim böreği yemem için değil de amcamlara servis etmem için çağırmıştı. Maddi durumumuz iyi olmadığından böyle yemekler soframıza nadiren gelirdi. Kendimin de aç olduğunu ve bir tane de benim yiyip yiyemeyeceğimi sorduğumda ise ”Uzun yol geldiler, acıkmışlardır. Birazcık anlayışlı ol da amcanın elini öp” cevabını almıştım. Zavallı annemi de anlayabiliyordum. Sırf kadın olduğu için anneme evde söz hakkı bile vermeyen babamın emirlerini uygulamaktan başka çaresi yoktu. Yapabileceğim tek şey bana denileni yapmaktı. Amcamın, yengemin ve sırf benden bir yaş büyük olduğu için abilik taslayan kuzenimin bayramını kutladım. Bu durumda beni akrabalarımdan kurtaracak tek bahane derslerimdi. Bir şeyler geveleyerek kendimi köyümüzün tek kütüphanesine attım. Burası benim huzur bulduğum yerdi. Köyümüz insanında okuma kültürü pek yaygın olmadığından kitap sayısı da epey azdı. Bulunan kitapların çoğunu okumuştum. Yaşıma uygun olmayan öykülerden başka seçenek yok gibiydi. Tam ümidi kesip başka kütüphaneden ayrılırken kütüphaneci masasında bir kitap gördüm. Kitap deforme olmuştu. Kapağı yıpranmış, sayfaları sararmıştı. Kitaba iyi bakılmadığı oldukça netti. Kitabın kapağındaki tozları elimle sildiğimde ise kitabın adını görmüştüm. ”Herkesin Efendisi Kendisidir”. Kitabı okumaya başladım. Kitaptaki sayfalar beni o kadar kendine çekiyordu ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışım. Saat 21.17’yi gösteriyordu. Tam şimdi yandım diye düşündüğüm sırada babam, annem ve amcamlar kütüphanenin kapısını açtı. Babam kitapların beyin yıkamalarıyla dolu kağıt parçaları olarak gördüğü için kitap okumamı yasaklamıştı. Amcam ve ailesi evlerine gittikten sonra yiyeceğim dayağı şimdiden tahmin etmeme rağmen kitabı paltomun iç cebine atıp gizlice eve götürdüm. Gece herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra iki katlı evimizin ilk katında bulunan odamın camından dışarı atlayıp komşumuzun ahırına doğru yürümeye başladım. Daha önceki tecrübelerim sayesinde orada ışık olduğunu biliyordum. İçeri girip kendimi saman balyalarının üstüne attım. Kitabın kırk sekizinci sayfasında kalmıştım ve oradan da devam ettim. Altmış üçüncü sayfaya geldiğimde ise hayatımın dönüm noktasını yaşamak üzereydim. Kitaba yeni katılan Mete isimli karakter benim tam olarak mükemmel olarak gördüğüm kişiydi. Kitap normalde başkaları olmamamız gerektiğini ve kendimiz olduğumuzda hayatımızın kat kat daha güzelleşeceğini anlatsa bile ben kendim olmayı değil de Mete olmayı istiyordum. Yaşam şartlarımdan dolayı Mete gibi bakımlı, şık giyinen, güzel kokan ve insanlara emir veren biri olamayacağımdan dolayı Mete benim ikinci kişiliğim olmaya başlamıştı. Büyüdükçe sırf ona benzeme isteğimden dolayı kibirli, anlayışsız ve bencil bir insan olmaya başlamıştım. Hayatın acı gerçeklerini reddediyor, olmadığım bir insan olmaya çalışıyordum. Bitirmeme rağmen kitabı tekrar tekrar okuyordum. Belki de kitabı yakmak en mantıklısıydı, belki de babamın dediği gibi kitaplar bu şekilde beyin yıkamak için üretilmiş şeylerdi. Okuldaki sınav notlarımın düşmeye başlaması ve öğretmenlerimin eski halimden eser kalmadığını söylemeleri üzerine düşünmeye başladım ve karara vardım. Kitabı atacaktım ama öncesinde son bir kez daha okuyup bitirmeye karar verdim. İşte bu hayatımda verdiğim en iyi karardı. Kitabın vermeye çalıştığı asıl mesajı anladım. Ben Mete değildim; Akif’tim, kendimdim.  Yaşadığım yerdeki şartlara rağmen asla pes etmeyip her zaman bir şeyler öğrenmeye çalışan bir çocuktum zaten. Başkası olmanın ne anlamı vardı ki?

Ben şu an Nobel Ödülü sahibi Akif Karatepe isem bu kitap sayesindedir. Kişiliğimin gelişmesinde bu kadar büyük rol oynayan kitabın yazarını da unutmadım tabii ki. Yazar Turgut Yalçın ile tanışma fırsatı buldum ama maalesef ki bundan iki yıl önce vefat etti. Ben büyüdüm, doğru yolu buldum. Sevgili okurlarım, sizden istediğim tek şey benim bu hikayemden kendinize ait bir parça bulmanız ve sizin de kendiniz için en doğru yolu bulmanız. Şunu unutmayın ki başkası olarak kendinize hiçbir şey katamazsınız. Maskelerinizi çıkartın ve kendiniz olun.

 

(Visited 8 times, 1 visits today)