Yolumuzu Aydınlatan En Yüce Kandil

Öğretmenlerimizin hayatımızın gidişatına olacak etkisi yadsınamaz. İyi bir öğretmen hayatımızın her alanında bizi olumlu etkiler. Bir öğretmeni “iyi” olarak tanımlamamızı sağlayacak en büyük kriterlerden biri de öğrencilerini gözlemleyiş biçimidir. Maalesef farklı nedenlerden dolayı, sınıf mevcudunun fazla olması ve müfredat yoğunluğu gibi, çoğu öğretmen her öğrenciyi bireysel olarak gözlemlemeye vakit bulamıyor. Peki ya okullar buna da ağırlık veren kurumlar olsaydı? Öğretmenlerimiz bizi yakından takip edip bize yol gösterselerdi? Hayatımızda ne gibi değişiklikler olurdu sizce? Gelin, gerçek hayattan bir örnekle konuyu ele almaya başlayalım.

 

1800’lerin sonunda bir kız çocuğu düşünün. Bu kızın babası onun matematik ve fen bilimlerine olan ilgisini fark ediyor ve iyi bir eğitim alması için elinden geleni yapıyor. Kız okula başladığında öğretmenleri onun akademik anlamda diğer çocuklardan farklı olduğunu fark ediyorlar. Öğretmenleri onun özellikle fen alanında başarılı olduğunu görüyorlar ve kızı sadece derslerini geçmeye çalışmaktansa daha karmaşık bilimlere yönelmeye teşvik ediyorlar. Eğitim anlamında ülkeleri zor bir dönemden geçiyor olsa da yapabilecekleri her şeyi yapıp kızı bilime faydalı olacak şekilde yetiştiriyorlar. Ne kadar güzel ve gerçek dışı geliyor, değil mi? O kız; 2 farklı dalda Nobel ödülünü kazanan ilk insan ve Nobel ödülü kazanan ilk kadın olan Marie Curie’ydi. Mentörü olarak tanımlayabileceğimiz babası ve onu hep ileriye taşımak için çalışan öğretmenlerinin ışığında Curie, fizik ve kimya bilimlerinde çok önemli başarılara imza atmıştır. Peki ya yeri gelince ona eğitim vermiş babası veya onu eğitmek için türlü fedakarlıklar yapmış öğretmenleri onun bu ilgisini keşfetmeseydi? O dönemin Polonya’sı kadınların yükseköğrenimine şiddetle karşı çıkıyordu ve genel olarak eğitimde fırsat eşitsizliği vardı. Belki de Curie bu yeteneklerini ilerletemeyecek, bilim dünyasına kattığı birçok keşiften bizi mahrum bırakacaktı. Öğretmenleri, mentörleri onun kendini keşfetmesine ve geliştirmesine yardım ettiler; bu sayede o da potansiyelini gerçekleştirebildi.

İlgi alanlarımızı tabii ki kendimiz de keşfedebiliriz ama keşfettiğimizde her şey için çok geç olabilir. Dünyada çoktan sabit bir işi olan fakat asıl ilgi alanlarını ancak 30-40’lı yaşlarında anlayabilmiş milyonlarca insan var. Özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerimiz, yeteneklerimizin ve dikkatimizi çeken olayların keşfi için çok kritik dönemlerdir. Şansa bakın ki bu yılların çoğunu okulumuzda geçiriyoruz. Doğru yönlendirmelerle yeteneklerimizi ilerletebilir, ilgi duyduğumuz alanlara yönelebiliriz. Fakat sırf çocuğun yeteneği var diye aslında hoşlanmadığı bir aktiviteye maruz bırakılması da yanlıştır. Yeteneğin fark edilmesinden sonra “Öğrenci bu eylemi gerçekleştirirken gerçekten mutlu hissediyor mu?” sorusunun sorulması gerekir. Cevap hayırsa o defter orada kapatılmalıdır. Çevrelerindeki yetişkinlerin yanlış yönlendirmeleriyle istemedikleri bir hayat yaşamak zorunda kalan da milyonlarca çocuk var, destek olayım derken köstek olmaya gerek yok.

 

Ailemiz her zaman isteklerimizi desteklemeyebilir. Öğretmenlerin bu noktada oynaması gereken rol çok büyüktür, sessiz kalmalarındansa bir an önce harekete geçmeleri öğrencinin geleceği için hayati önem taşır. Öğrencinin ailesiyle konuşmalarının veya direkt öğrenciye yol göstermelerinin ne kadar büyük sonuçlar doğurabileceği asla küçümsenmemelidir. Belki de o genç bir gün çok başarılı bir sporcu olacaktı, belki bilim alanında çözümü imkânsız kabul edilmiş bir hipotezi kanıtlayıp teoriye dönüştürecekti ama çevresindeki kimseyi kendisi kadar heyecanlı görmedi ve yanlış yolda olduğunu düşündü. Bisiklet sürmeyi nasıl öğrendiğinizi hatırlayın. Genelde biri bisikletin arkasından sizi tutar ve dengenizi sağlar. Bir süre sonra da bırakır. Siz o kişinin sizi bıraktığını fark edene kadar gayet güzel sürersiniz fakat yalnız olduğunuzu anlayınca eliniz ayağınıza dolaşır ve düşersiniz. Bazı çocuklar adım atarken destek görmezlerse yürümekten vazgeçerler. O desteği aileden bulamadıklarında öğretmenin devreye girmesi gerekir çünkü çocuğun vazgeçişinin sebebi korkuları veya yorgunluğu değil, ona inanan ve onun yanında olduğunu gösteren kimsesinin olmayışıdır.

 

Özetle bir öğretmenin ne kadar “iyi” olduğunu öğrencilerine yardım etmek için ne kadar fedakârlık yaptığıyla ölçebiliriz. Öğretmenlerimiz baş taçlarımızlardır. Hepimizle ayrı ayrı ilgilenmeye çalışırlar, kendilerini göz ardı ederek. Tıpkı kendisi de bizzat bir öğretmen olan Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi, “Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.” Öğrencilerine önem veren, onlara başarıya giden yollarında destek olan ve adeta bir kandil gibi onların yollarını aydınlatan öğretmenler, iyi ki varlar.

 

(Visited 7 times, 1 visits today)