Bu sene de şampiyon olmam çok zor. Finaldeki rakibim yine aynı ve yine yenileceğim. Herkes üzülmemem için beni motive etmeye çalışıyor ama ben umudumu kesmiştim. Antrenmanlara gitsem ne olur gitmesem ne olur. Artık iş işten geçmişti. Bunları düşünmekten uyuyamıyorum.
Sabah kalktığımda az da olsa bir uykuyla elimi yüzümü yıkadım ve okula gitmek için hazırlanmaya başladım. Otobüse yetişmem için normalden daha hızlı hareket etmem gerekiyor ama içimde ne o güç var ne de istek. Keşke her şey eskisi gibi olsa. Otobüse gitmek için hemen hazırlanırdım sonra otobüs beni değil, ben otobüsü beklerdim. Otobüse bindiğimde ise sırayla herkese nasıl masa tenisi şampiyonu olduğumu konuşurdum ama artık bu çok zor gözüküyor. Otobüse yine ucu ucuna da olsa yetişmeyi başarmıştım. Okulda arkadaşlarımla bugünkü planımız masa tenisi oynamaktı. Dersler yavaş yavaş bitiyordu ve sıra öğle teneffüsüne gelmişti. Masa tenisi oynamaya başladığımızda kendimde bir şey fark etmiştim. Sanki raket, vücudumdan bir parça gibiydi. Eskiden yapamadığım şeyleri yapabiliyordum. Kendime bir öz güven, hatta en önemlisi bir umut gelmişti. Eve dönerken on koltuktaki arkadaşımın bir video izlediğini duydum. Videodaki adam “Her zorluk, beni daha güçlü kılıyor; düşsem de kalkmayı ve devam etmeyi asla unutmayacağım. Başarının yolu da budur. Bir şeyi elde etmek istiyorsan, hakkını vermelisin. Hakkını vermezsen hak edemezsin.” diyordu. Artık ne yapacağımı biliyordum. Finale tam 10 gün kalmıştı. Artık çalışma zamanı gelmişti.
Artık gün gelmişti. Yenilsem de üzülmeyecektim çünkü elimden gelen her şeyi yapmıştım. Maç başlamıştı ve çok çekişmeli geçiyordu. Bir sayı o , bir sayı ben kazanıyordum. Artık son sayıydı. Bu sayıyı kazanan galibiyete kavuşacaktı. Onun hamlelerine zor da olsa bir şekilde karşılık vermiştim. Onun ufak bir hatasında ise bitirmiştim. Eski şampiyon artık geri dönmüştü.