Okul forması konusu yıllardır herkesin farklı bir ses çıkardığı, muhtemelen uzun yıllar boyunca da farklı seslerin çıkmaya devam edeceği bir mesele. Ergenliğin zirvesinde olan öğrenciler tarafından fazlasıyla içselleştirilen, öğretmenler tarafından ise biraz fazla kişiselleştirilen bir konu bence. Kendi adıma da ergenliğin zirvesinde, okul kıyafeti giymekle pek ünlü olmayan bir öğrenci olduğumu ve bu yazıyı okuyan kişinin büyük ihtimalle konuyu kişiselleştiren bir öğretmen olduğunu düşünürsek, muhtemelen ne ben objektif bir bakış açısı sunabilirim ne de siz bu bakış açısını kabullenmeye açık olursunuz. Ama tabi denemekte zarar yok.
Formayı şiddetle savunan insanların en büyük tezi, formanın öğrenciler arasında eşitlik sağladığıdır. Teoride, öğrenciler arasındaki maddi farkların dışa vurulmasını engellemek için forma giymek oldukça mantıklı. Ancak pratikte hiçbir karşılığı yok. Özellikle bizim gibi bir özel okulda, maddi farkları gizlemek neredeyse imkansız. Pahalı saatler, çantalar ve takılar, sadece bir kumaş parçasından ibaret olan patlıcan moru formamızı gölgede bırakıp, o “eşitliği bozmasından korktuğumuz” kıyafetlerin yerini alıyor. Üstelik, bu ‘eşitlik’ tartışması sadece maddi farklarla sınırlı kalmıyor. Bir grup öğrenci, forma giyme zorunluluğunun onları birey olarak ifade edebilme yetisinden mahrum bıraktığını düşünüyor. Yani, formanın eşitlik sağladığı iddia edilirken aslında herkesin aynı kalıba sokulduğu, kişisel farklılıkların göz ardı edildiği bir durum yaratılıyor.
Bu durum, ergenliğin ortasındaki biri için oldukça rahatsız edici olabilir. Ergenlik dediğimiz süreç, zaten kişinin kendini bulma çabası, kimliğini oluşturma süreci değil midir? Giydiğimiz kıyafetler, saç şeklimiz, takılarımız, kısacası dış görünüşümüz, bu kimliğin bir parçasıdır. Belki de bu yüzden, bir öğrencinin sabah kalkıp okula giderken dış görünüşünü önemsemeden hareket etmesini beklemek, onu kendini ifade etme hakkından mahrum bırakmak anlamına gelir. Kıyafet seçimi bir nevi kimliğini keşfetme ve dışa vurma aracıdır. Özellikle lise çağındaki bir öğrenci için, bu çok doğal bir süreçtir.
Bizzat okul müdürümüzün de bulduğu her fırsatta savunduğu bir başka tez ise, kıyafetler, moda ve dış görünüş gibi şeyler hakkında düşünmenin akademik performansı düşüreceği. (“Bir öğrenci sabah aynaya baktığında sadece şunu düşünür; bugün çok yakışıklı/güzel olmuşum ya da bugün öğrenmeye hazırım.”) Benim şahsi görüşüm, lisede ve kendini bulma sürecinde birinin, formalı ya da formasız, dış görünüşünü düşünmeden evden çıkabilmesi pek mümkün değil. Dahası, insanların dış görünüşüyle ilgilenmeleri ya da güzel görünme arzusu, öğrenme isteğiyle çelişen bir şey değil. Tam tersine, kendini iyi hisseden birinin akademik performansı da artabilir. Okul forması giymek, öğrenmeye daha hazır hale gelmemizi sağlamaz; aslında çoğu zaman sadece bir zorunluluk olduğu için giyilir ve bu, motivasyonu artırmaktan ziyade disiplinin bir parçası olarak algılanır.
Formayı savunan bir başka görüş de “düzen” argümanıdır. Okul yönetimleri ve bazı öğretmenler, üniforma giymenin okuldaki düzenin ve disiplinin bir göstergesi olduğunu ileri sürerler. Fakat düzen ve disiplin sadece dış görünüşe bağlı kalırsa, işin özünü kaçırmış olmaz mıyız? Bir öğrencinin başarılı olup olmayacağını ya da saygılı bir birey olup olmadığını, giydiği kıyafet mi belirleyecek? Okul ortamındaki düzen ve disiplinin, sadece dış görünüşle sağlanamayacağı, öğrencilerle daha derin bir bağ kurarak, onları anlamaya çalışarak gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir öğrenciyi, sadece forma giymediği için “disiplinsiz” olarak yaftalamak, onun potansiyelini ve bireysel özelliklerini göz ardı etmektir.