Kendime geldiğimde, bambaşka bir gezegende olduğumuzu fark ettim; hem de asla rotamızda bulunmayan, kimselerin bilmediği bir gezegende.
Detayları bilmiyorum, sormayın, ben o dakikalarda ne kaptanın yanındaydım ne de bu konularda bilgisi olan bir tayfanın yanında. Bu ikimizin ilk uzay yolculuğu idi. Geminin arka taraflarında, bazı genel kontrolleri yapıyorduk. Biraz sonra olacaklardan ne haberimiz vardı ne de şüphemiz.
Birden gemi sarsılmıştı, alarm ışıkları yanmaya başlamıştı. Dengemizi kaybetmemek için bir yerlere tutunmaya çalıştık. Onunla el ele tutuştuk. Ben önde, o arkada hızlıca tayfanın bulunduğu yere doğru ilerledik. Gemi kocaman ve karmaşıktı, aynı zamanda sarsılıyordu. Bir ara düşecek gibi oldu, ama dengesini geri sağladı ve ilerlemeye devam ettik. O saniye gözlerine baktım. Korkuyordu. Ben de korkuyordum.
Gemi artık kontrolden çıkmıştı. Bir sağa bir sola savruluyorduk. Bu sarsıntılar o kadar şiddetliydi ki, artık tutunamıyorduk. Birbirimize sarıldık; son dakikalarımızı, hatta son saniyelerimizi beraber geçirmek istiyorduk.
Her tayfada bulunan, kıyafetlerimize bağlı bir telsiz sistemimiz vardı. Bunun sayesinde birbirimizle ve Dünya’da bulunan astronot ve bilim insanlarıyla haberleşebiliyorduk. Telsizden bir iki cızırtı geldi, daha sonrasında kaptan konuştu, tayfaya ve Dünya’da bulunan herkese geminin dümeninde bir arıza yaşandığını, geminin kontrolden çıktığını ve sarsıntıdan dolayı hiçbir şeyi kontrol edemediğini söyledi. Bir gezegenin yörüngesini aşırı hızlı bir şekilde giriş yaptığımızı ve birazdan sert bir şekilde yere çakılacağımızı söyledi.
Ölümle burun burunaydık. Bunu herkes biliyordu.
Hiç yaşadınız mı bilmiyorum, ölüme bu kadar yakın olduğunuz zaman gelen o yaşama sevincini, hayatınız boyunca yaptıklarınız gözünüzün önünden geçmesini, kalbinizin yerinden çıkıyor gibi olmasını; korku, heyecan, hüzün, hepsinin birleşip sizinle oyun oynamasını.
O saniye birbirimize daha da sarıldık. Onu düşündüm. O, en yakın olduğum, en güvendiğim kişiydi. Kötü zamanlarımda, sevinç çığlıkları attığımda, korktuğumda, kızdığımda hayatımın her anında benim yanımda bulunan kişiydi, en yakın arkadaşımdı. Ona zarar gelmesini istemiyordum. Beni en çok korkutan şey buydu.
Yere çakıldık. Gözümüzü açtığımızda, gri toprakta bulduk kendimizi. Birbirimize baktık, ikimiz de yaralanmıştık ama önemli olan hala hayatta olmamızdı.
Doğruldum ve etrafa baktım. Geminin tayfası, kaptanı, doktoru… Hepsini kaybetmiştik.
Bu sahneyi anlatmak istemiyorum. Daha doğrusu anlatabileceğimi zannetmiyorum. Sizin de tahmin edebileceğiniz üzere benim için yeterince korkunç bir sahneydi bu. Her hatırladığımda yüreğim sızlıyor, ağlayacak gibi oluyorum. Doğru düzgün hatırlayamıyorum bile. Sahnenin şokuyla onu sımsıkı kavradığımı ve omzunda ağlamaya başladığımı hatırlıyorum sadece.
Son yaşadıklarımızın verdiği stres ve korkuyu gözyaşlarıyla azcık da olsa attıktan sonra bir süre dikildik orada. Galiba ikimiz de aynı şeyleri düşünüyorduk. Şimdi ne yapacaktık? Gemimizden eser kalmamıştı. Tüm parçaları bambaşka bir yerdeydi ve onarılması söz konusu değildi. Kimsenin bilmediği bir yerde ölümcül bir kaza yapmıştık ve hayatta kalan tek insanlardık. Dünya ile bağlantımız tamamıyla kopmuştu. Burada mahsurduk.
Biz böyle oturmuş düşünürken uzay kaskımda bulunan çatlaklar dikkatimi çekti. Bu çatlaklar kazadan sonra gerçekleşmişti ve gayet büyük çatlaklardı. Aradaki deliklerden dolayı zehirli hava içeri hayli hayli girebilir ve gezegendeki basınç beni öldürebilirdi. Ama bunların hiçbiri olmamıştı. Bu da gezegendeki hava ve basıncın yaşama uygun olduğu anlamına geliyordu.
Kasklarımızı çıkardık. Biraz yürüyüp gezegeni keşfetmeye karar verdik. Burası çoğu gezegen gibi bomboş taşlardan oluşan bir gezegen değildi. Hatta bu gezegende bulunan doğa o kadar güzeldi ki bir an hayal mi ediyorum diye düşündüm.
Gökyüzü gece mavisiydi ve binlerce yıldız da onu süslüyordu. Ben hayatımda hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim. Büyüleyiciydi. Yıldızların yanı sıra bazı gezegenleri de görebiliyordunuz. Hepsi farklı renkteydi. Kimisi mavi, kimisi pembe, kimisi gri… Bazılarının halkası vardı, bazılarının yoktu. Bunların yanı sıra bazen etrafı hafif bir sis kaplıyordu. Manzara inanılmazdı.
Ağaçlar farklı boyutlardaydı. Kimisi bacağım kadar, kimisi boyum kadar, kimisi ise bir gökdelen boyutlarındaydı. Yaprakları farklı şekil ve boyutlardaydı ama onları ilginç kılan şey renkleriydi. Yapraklar pembenin tonlarıydı. Kimisi koyu pembe kimisi açık pembeydi.
Bazen minik çalılara denk geliyordunuz. Bu çalılarda minik böğürtlenler vardı. İkimiz de birer tane tattık. Tatları hoştu. Minik olsalar da doyuruculardı. Bunlar sayesinde beslenebilirdik.
Toprağı gri toz ve kayalardan oluşuyordu. Bunlar genellikle küçük kayalardı ama bazen kocaman kayalara rastlayabiliyordunuz. Bu kayaları genellikle sarımsı bir yosun kaplamış oluyordu. Bazense mağaralara denk geliyordunuz. İçleri karanlık ama sıcaktı. Daha önce bahsettiğim yosunlar bazen mağaraların içinde de bulunduğundan yumuşak ve rahat bir ortam oluşturuyordu. Gece olduğunda burada kalabilirdik.
Bizi en çok şoke eden şey ise suydu. Evet, yanlış duymadınız, su! Bu gezegende su vardı. Hem de kocaman göller, geniş ırmaklar… Kader bizi buraya bilerek mi göndermişti acaba? Hayatta kalabilmek için gerekli olan her şeye sahipti burası. Ama bitkiler dışında tek bir canlıya dahi rastlamadık. Tek başımızaydık.
Gezdikçe bu gezegenin aslında yaşam için ideal olduğunu fark ettik. Acı acı güldüm. Çünkü takımımızla çıktığımız bu görevin amacı yaşanabilir bir gezegen bulmaktı. Dünya, artık ölüyordu ve en kısa zamanda başka bir gezegene geçiş yapmamız gerekiyordu. Bilim insanlarının tespit ettiği, başka bir galaksideki yaşam ihtimali bulunan bir gezegeni araştırmak bize düşmüştü, biz ise bir arızadan dolayı farklı bir galaksideki farklı bir gezegende mahsur kalmıştık. Ama aslında aradığımız tüm özelliklere sahip olan gezegen de buydu.
Bu yolculuğun ilk ve tek yolculuğum olacağını bilseydim eğer, biner miydim o gemiye? Bilemiyorum, bildiğim bir şey varsa, o da artık bizi yepyeni bir yaşam bekliyor. Sevdiklerimizden uzakta bambaşka bir hayat. Dünya, bizim öykümüzün gemideki diğer insanlar gibi sona erdiğini düşünüyor, ancak bizim hikayemiz daha bitmedi. Bizler, kayıp bir gezegenin kayıp insanlarıyız. Daha önümüzde uzun bir yol var, bilinmezliğe doğru bir yol…