Ludovica’nın doğum günü partisine davet edilmiştim, ama içimde bir huzursuzluk vardı. Ludo’yla yeni tanışmıştık, okulda birkaç kez sohbet etmiştik, ama partide tanıdığım tek kişi oydu. Çatı katında yapılacak olan bu partiye gitmek istemememin sebebi buydu. Ne tarz bir ortamla karşılaşacağımı bilmiyordum ve kimseyi tanımadığım bir kalabalığın ortasında kendimi rahatsız hissetmekten korkuyordum. Ama Ludo’nun davetini geri çevirmek de istemiyordum, bu yüzden en iyisi gitmek diye düşündüm.
Adres oldukça merkezi bir yerdeydi, ancak eski ve tarihi bir binanın çatı katı olduğunu öğrenince biraz daha meraklandım. Apartmanın içine girdiğimde dar ve ahşap merdivenlerden yukarı doğru çıkarken her adımda ahşabın gıcırtısı yankılanıyordu. İçeri girdiğimde beni ilk önce yüksek tavanlar ve ışıklı süsler karşıladı. Odayı dolduran gün batımı turunculuğu, içimdeki gerginliği biraz olsun hafifletti.
Ludovica, kapıda beni sıcak bir şekilde karşıladı. “Hoş geldin!” dedi gülümseyerek ve beni hemen birkaç arkadaşına tanıttı. İnsanlarla tanışmak işin zor kısmıydı ama herkes oldukça samimi görünüyordu. Yine de kimseyi tanımadığım için bir süre ne yapacağımı bilemedim. Çatı katı genişti ve odanın bir ucundan diğerine yerleştirilen kanepeler ve küçük masalar vardı. Kimse yüksek sesle konuşmuyor, herkes ufak gruplar halinde sohbet ediyordu.
Ludo, beni bir gruba tanıttıktan sonra diğer misafirlerle ilgilenmek üzere ayrıldı. O anda kendimi biraz ortada kalmış hissettim. Oturacak bir yer bulup içeceğimi alarak bir köşeye geçtim. Çatı katından dışarı bakmak, bana biraz nefes alma fırsatı verdi. Dışarıda, şehir ışıkları yavaş yavaş yanmaya başlamıştı. Şehrin kalabalığından uzakta, yüksek bir yerden manzarayı izlemek bana huzur veriyordu. Belki de düşündüğüm kadar kötü bir gece olmazdı.
Bir süre sonra, Ludo’nun tanıştırdığı kişilerle sohbete dahil oldum. Bir tanesi Camilla isminde, sanat tarihi okuyan biri, diğeri ise Damiano adında bir müzisyendi. Konuşmaya başladıktan sonra, sohbetin akıcı olduğunu fark ettim. Özellikle Camilla, çatı katındaki sanat galerisinden bahsederken gözleri parlıyordu. Onun bu tutkusu beni de etkiledi ve sanat üzerine uzun bir sohbet açtık. Bu konuşmalar sırasında zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim bile. Parti yavaş yavaş canlanmaya başladı. Birkaç kişi müzik eşliğinde dans etmeye başlamıştı, ben de cesaretlenip gruba katıldım. İlk başta çekindiğim insanlarla, özellikle Camilla ve Dami’yle, daha rahat konuşuyor ve eğleniyordum. Kendimi partinin içine daha çok katmaya başladıkça, içimdeki tedirginlik tamamen kaybolmuştu. Kimse beni dışlamıyordu, hatta herkes oldukça misafirperverdi.
Gece ilerledikçe, Ludovica pastayı getirip masanın üzerine koydu. Herkes etrafında toplandı ve Ludo’nun dilek dileyip mumları üflemesiyle hep birlikte alkışladık. O an Ludovica’nın gerçekten mutlu olduğunu gördüm, bu da bana iyi ki gelmişim dedirtti. Yavaş yavaş herkes pastasını yerken, yeni tanıştığım insanlarla daha da derin sohbetler ettik. Özellikle Camilla ile sanattan açılan muhabbet, birbirimizi daha yakından tanımamızla devam etti.
Parti sona erdiğinde, çatı katından ayrılmadan önce bir kez daha o büyük pencereden dışarı baktım. Hava serindi, rüzgar yüzüme çarpıyordu. Müzik kısık bir tınıda çalmaya devam ederken, şehir aşağıda bütün karmaşıklığıyla devam ediyordu, ama ben bu yüksek yerden bakarken huzur dolu bir gece geçirdiğimi hissettim. Kimseyi tanımadan geldiğim bu partide, harika insanlar tanımış ve keyifli bir gece geçirmiştim. Çıkmadan önce, tekrar Ludo’nun doğum gününü kutladım ve eve vardığımda, partiye katılmanın yanlış bir karar olduğunu düşünmüş olsam da yanıldığımı ve güzel bir gece geçirdiğimi düşündüm. Sonuçta hiç de sandığım kadar yalnız hissetmemiştim.