Sarayda Bir Akşam

Saat öğle vaktini geçmişti. Güneş yavaş yavaş gözden kaybolmaya ve gökyüzü turuncuyu çalan kırmızı bir renge bürünmeye başlamıştı. Yavaş yavaş, saraya doğru giden, taştan bir yolda yürüyordum. Yol, yıllarca yük taşımaktan yavaş yavaş bozulmaya başlamış ve taşların arası içlerinde bitki büyüyecek kadar açılmıştı. Yürürken bir yandan; yolun iki tarafında bulunan, insanların orman zannedebileceği kadar büyük olan bahçeyi seyrediyordum. İnsanların böyle zannetmesi yanlış değildi çünkü bu bahçe içinde birçok ağaçtan oluşuyor ve birçok hayvanı barındırıyordu. Bahçenin içinden birbirine girmiş birkaç ses duydum. Aralarından kuşların, geyiklerin ve köpeklerin seslerini seçebiliyordum. Biraz daha bakınca ağaçların arasında bir yandan meyve toplayan, bir yandan şarkı söyleyen insanların olduğunu fark ettim. Topladıkları meyveler batan güneşin ışığının altında olduklarından daha sulu gözüküyordu. Onlara biraz daha baksaydım acıkmaya başlardım ancak akşamki ziyafete daha çok vardı, bu yüzden gözlerimi uzaklaştırdım.
Bir süre daha huzurla yürüdükten sonra devasa sarayın üstünde dalgalanan bayrağını gördüm ve hızımı arttırdım. Kalenin duvarları da yolla aynıymış gibi gözüken, gri, dikdörtgen şekli verilmeye çalışılmış taşlardan oluşuyordu. Bu taşların ortasında; yağmurdan ve kardan paslanmaya başlamış menteşeleri ve bir o kadar paslanmış çivilerle birleştirilmiş, tahtadan, devasa bir kapı bulunuyordu. Kapının önünde ve duvarların üstünde; ikişer, silahlı ve çelik zırhlarla kapı askerler vardı. Kapının önündekilerin elinde boyları kendilerini geçen ve ucu havayı bile yarabilecek gibi gözüken mızraklar bulunuyordu. Üstekilerde ise boyu mızrakların yarısı kadar olan yaylar vardı. Kapı birkaç kişinin birlikte geçebileceği kadar aralanmıştı. İçeriden mumların hafif ışığı ve içeride kocaman bir kalabalığın olduğunu anlamamı sağlayacak bir gürültü geliyordu.
Kapıdaki askerler üstümü aradıktan sonra içeriye girdim. İçerisi; kocaman, koridoru andıran bir salondu. Burada halk krala dertlerini iletmek için sıralarını bekliyorlardı. Taht odası olduğunu düşündüğüm kapının önüne hepsi sıra olmuştu. Salonun tavanı yüksekti ve pencereli tavandan biraz aşağıdaydı. Hem yukarıda hem de küçük oldukları için camlardan ışık çok girmiyordu ancak duvarlarda düzenli aralıklarla ve sıkça meşaleler yerleştirilmişti. Bu şekilde içerisi yeterince aydınlık gözüküyordu. Salonun duvarları tablolarla, halılarla ve kılıçlarla süslenmişti. Tablolar sanki daha dün resmedilmiş gibi parlıyorlardı ancak eski oldukları belliydi. Halıları her biri kendine özgü motiflerle ve daha adını bile bilmediğim renklerle bezliydi. Bunların dışında duvarların dibinde içi boş, süs amaçlı zırhlar duruyordu. Onların önünde; bellerinde kılıç bulunan, zırhların içindeki askerler dolaşıyordu. İlk başlarda hangilerinin süs olduğunu anlamakta zorlanmaya başladım çünkü hareketleri kısıtlı ve yavaştı.
Salonda ilerledikten sonra yan duvarlarda karşılıklı iki kapı olduğunu fark ettim. Bunlar sarayın iç kesimlerine gidiyordu. Sağ taraftaki kapıya doğru yöneldim. Kapının önünde bir hizmetli vardı. Hizmetlinin saçları yavaştan beyazlaşmaya başlamıştı. Yüz hatları onu aksi gösteriyordu ancak konuşması ve tavırları sıcak kanlıydı. Yavaş hareketlerle kapıyı araladı ve beni kalenin içine, bu akşamlık kalacağım odaya götürmeye başladı. Koridorlar, aynı salon gibi, tablolarla ve meşalelerle süslenmişti ancak tavanı çok yüksek değildi. Ayrıca birkaç metrede bir kapalı kapılarla karşılaşıyorduk ama içeride ne ya da kim olduğunu anlamak imkansızdı. Bir süre yürüdükten sonra hafif yemek kokuları almaya başladım. Etlerin, balıkların ve çorbaların kokuları en çok seçebildiklerimdi ancak ne tür olduklarını anlayamıyordum. Gözlerim kapatıp yürürken bir yandan etrafı kokladım. Kendimi daha önce hiç almadığım kokuların arasında kaybetmişken karnımın guruldamasıyla kendime geldim. Ben bunları yaşarken hizmetli durdu ve bir kapıyı araladı. Dinleneceğim odaya gelmiştim. İçeri yavaşça girdim. Oda kalenin geri kalanından farksızdı. Taştan duvarlar, tahta kapı, büyük pencereler… Odada; boş bir dolap, içinde birkaç kitap duran minik bir kitaplık ve genişçe bir yatak bulunuyordu. Ben içeriyi incelerken hizmetli çoktan gitmişti. Bir dakikalığına ne yapacağımı düşündükten sonra dinlenmeye karar verdim. Kapıyı kapattım, perdeleri çektim ve yatağa uzandım. Uzun süredir dinlenmemiştim. Ayrıca yatak o kadar rahattı ki kendimi bulutlarda yatıyormuş gibi hissettim. Gözlerimi kapattım ve yorgunluğumun beni ele geçirmesine izin verdim.
Birkaç saat sonra hizmetlinin kapıyı tıklatmasıyla ve yumuşak sesiyle uyandım. Yataktan kalkıp hızlıca, ziyafet için, üstümü değiştirdim ve hizmetliyi takip etmeye başladım. Onu birkaç dakika takip ettim. Kendisi pek konuşmuyordu, büyük yüzden kendimi bazen garip hissetmeye başladım ancak bozuntuya vermedim. Bu yürüyüşün ardından kalenin içindekilerden biraz daha büyük bir kapının önünde durduk. Hizmetli kapıyı aralar aralamaz daha önce kokladığım yemek kokuları tekrar burnuma geldi ama bu sefer kendim kaybetmedim. İçerisi daha önce gördüğümden çok daha büyük bir salona açılıyordu. Bu sefer salonun duvarlarında hiçbir şey bulunmuyordu ama ortasında en az kırk kişinin oturabileceği bir masa ve onun üstünde bir o kadar kişiyi daha doyurabilecek kadar yemek dizilmişti. Masanın üstünde, hepsi aynı şekilde dizilmiş, porselen tabaklar ve gümüşten yemek takımları bulunuyordu. Onlarının önündeyse camdan kadehleri diziliydi. Masa kapıya karşı yerleştirilmişti. Uzun kısımlardaki tahta koltuklar misafirler için ayrılmışken masanın karşı tarafına, mumların ışığıyla ihtişamla parıldayan iki taht yerleştirilmişti. Bunlar kral ve kraliçenin yerleriydi. Daha ziyafet başlamamıştı ama misafirlerin nerdeyse tamamı salona gelmişti. Herkesin yeri belliydi ve herkes sadece belirlenen yere oturuyordu çünkü bu yerleri belirleyen kral ve kraliçenin bizzat kendileriydi. Benim yerim masanın sağ, en uç kısmında bulunuyordu. Tam da kralın koltuğunun yanı… Hızlıca koltuğuma doğru gittim ve oturdum. Artık çok acıkmıştım ve ziyafetin başlamasını iple çekiyordum.
Yemeğin ne zaman başlayacağını bilmiyordum ve beklemeye karar verdim. Ancak her geçen saniye açlığımı daha çok hissediyor, yemekler gözüme daha lezzetli gelmeye başlamıştı. En sonunda sabrımı kaybettim ve bir hizmetliyi çağırmak için elimi kaldırdım. Tam o sırada salonun kapısı açıldı. Yemek servisi yapan hizmetliler işlerini bırakıp kapının yanında sıraya geçtiler. Misafirlerin hepsi ayaklandı. Herkes gelenleri selamlamaya ve alkışlama başladı. Bu gelenler kral ve kraliçeydi. Gelenlerin onlar olduğunu fark edince hızlıca ayaklandım ve alkışlamaya başladım. Bir yandan da kafamı hafifçe uzatarak onları, kalabalığın içinden, görmeye çalıştım. Tahminimden daha genç orta yaşlı bir çiftti. Kralın uzun bir sakalı ve çokta uzun olmayan kahverengi saçları vardı. Kıyafetleri bir kraldan beklenene göre sadeydi. Üstündeki tek aksesuar kaşında parıldayan, mücevherlerle süslenmiş, altın tacıydı. Kendisi güler yüzlü biriydi ve misafirlerine arkadaşça davranıyordu. Kraliçeyse rengi kızılı çalan, kıvırcık, uzun saçlara sahipti. Kral gibi o da sade giyinmişti ancak tacın yanında çeşitli kolyeler ve bilezikler takıyordu. Ağırbaşlılıkla yürüyerek ve bir yandan misafirlerini selamlayarak yerlerine geçtiler. Kısa bir hoş geldiniz konuşmasının ardında ziyafet başladı.
Ziyafetin başlamasından çok geçmeden salonu bir uğultu kapladı. Herkes yemek yerken bir yandan çevresindekilerle konuşuyordu. Ses o kadar yüksekti ki bazen yanımda oturanları bile duyamıyordum. Kral yemek sırasında benimle uzun uzun konuşmaya çalıştı. Bende tabi ki iyi bir misafir olmaya çalışarak ona karşılık verdim. Kraliçe de konuşkan biriydi ama kralın yanında herkes gibi o da suskun kalıyordu. Buradaki çoğu kişi gibi o da zarafetle yemeğini yiyordu. Bense buna pek alışık olmadığım için üstümde büyük bir baskı hissediyor ve yavaş hareketlerle yemeğimi yiyordum. Kimse zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu. Tüm gece olan ziyafet ve gösteri, bizlere iki belki üç saat olmuş gibi geçip gitmişti. Gece yarısından sonra insanlar yorulmaya, ve evlerine gitmeye başladılar. Bende yorulduğum zaman eşyalarımı toplayıp eve doğru yola koyulmaya karar verdim. Ancak kral beni durdurdu ve sarayda bir akşam konaklama teklif etti. O kadar yorulmuştum ki teklifi geri çeviremedim ve odama doğru yöneldim. Odama vardığımda çok yorulmuştum. Hiçbir şey yapmadan yatağıma atladım. Kafam yastığa değer değemez derin bir uykuya daldım.

(Visited 1 times, 1 visits today)