İçimde birkaç gündür devam eden bir huzursuzluk vardı. Sebebini bilmiyordum fakat bu huzursuzluğu Londraya’ya gidecek olmama bağlıyordum. Londra’nın havası beni hiçbir zaman huzurlu hissettirmemişti. Fakat huzursuzluğun kaynağı gerçekten Londra’nın gri havası mıydı? Sorun gerçekten güneşin gri bulutlar arkasına saklanması mıydı? Bunları düşünürken bir yandan da valizimi hazırlıyordum. Yarın Londra’da olmam gerekiyordu. Çünkü yarın kadim dostum Begümhan’ın doğum günü partisi vardı. Aslında doğum gününün üzerinden iki gün geçmişti. Fakat parti gününün herkese uygun olması için partiyi 2 Şubat’ta yapmaya karar vermişti. Londra’da kısa kalacağım için yanıma küçük boy bir bavulu dolduracak kadar eşya almıştım. Hiçbir şeyi unutmadığımdan emin olduktan sonra yatma hazırlıklarımı tamamlayıp yatağa geçtim ve düşüncelerimden biraz olsun uzaklaşmak için kitap okumaya karar verdim. Kaldığım yerden okumaya başladım fakat dakikalardır aynı sayfayı okumaya çalıştığımı fark ettim. Gözlerimi sadece sayfadaki kelimelerin üzerinde gezdiriyordum, bu yüzden kitap okumaktan vazgeçtim ve uyumaya çalıştım. Ancak zihnim adeta hiçbir şey yapmama izin vermiyordu. Kafam düşüncelerle doluydu bu yüzden gözüme uyku girmedi. Acaba partide kimler olacaktı? Kendimi yalnız hissedecek miydim?
Aslında Londra o kadar da yabancısı olduğum bir şehir değildi, daha önce birkaç kez burada bulunmuştum. O zaman niye endişeleniyorum ki diye kendime sordum. Yeni insanlarla tanışmak benim için büyük bir sorun değildi fakat partiye gelecek herkes Begümhan’ın işinden tanıdığı arkadaşlarıydı. Herkesin birbirini tanıdığı bir ortamdaki tek yabancı ben olacaktım. Begümhan bana davetiyeyi yolladığında ilk reddetmeyi düşündüm fakat dostumu kırmak istemediğim için bu teklifini geri çevirmedim. Tüm bunları düşünürken gözlerimin yavaşça kapandığını hissettim.
***
Sabah uyandığımda akşamdan hazırladığım sandviçi alıp havalimanı’na doğru yola çıktım. Evim havalimanına uzak olduğundan erkenden yola çıkmıştım. Uçuş için gerekli işlemleri yaptıktan sonra uçağın kalkış saatine kadar uyudum. Uçağın kalkmasına az bir süre kala uçaktaki yerimi almıştım. Uçuş boyunca film seyrettim. Filmin bitimine doğru uçak Heathrow Havalimanı’na iniş yaptı. Pasaport kontrolünden geçip bavulumu aldıktan sonra havalimanından çıktım. Begümhan beni almak için havalimanına gelmiş olmalıydı. Etrafıma bakınıyordum, Londra her zamanki gibi kasvetliydi. Bir anda tanıdık bir ses duydum:
-Berra!
Kafamı hemen sesin geldiği yöne çevirdim ve küçük bir arabanın içinden kafasını uzatan sevgili dostum Begümhan’ı gördüm. Uzun süredir yüz yüze görüşmemiş olmamıza rağmen hiç değişmemişti. Siyah saçları, kar beyazı teni, bazen yeşil bazen de kahverengi görünen ela gözleri ve insanın içini ısıtan gülümsemesiyle bana bakıyordu. Birden üstümdeki tüm huzursuzluk kayboldu, ne kadar farkında olmasam da dostumu çok özlemiştim. Valizimin ağırlığını umursamadan olabildiğince hızlı bir şekilde arabaya koştum, o sırada da dostum arabasından inmişti. Birbirimize sıkıca sarıldık, çok içten bir sarılmaydı fakat çok uzun sürmemişti çünkü hava çok soğuktu ve üstümde yeterince kalın bir mont yoktu. Valizimi ve çantamı arabanın arka koltuğuna koydum ardından anlık bir dalgınlıkla sağ koltuğun kapısını açtım. Her seferinde trafiğin akış yönünü karıştırıyordum. Gülümseyip sol koltuğa oturdum, Begümhan da sürücü koltuğuna geçti. Begümhan’ın evi havalimanına uzaktı bu yüzden uyuyabileceğimi söyledi fakat havalimanında uyuduğum için uykum olmadığını söyledim. Sohbete daldığımızdan eve geldiğimizi bile anlamamıştım. Begümhan’ın “Geldik!” demesiyle arabadan indim ve arka koltuktan eşyalarımı aldım. Evi birinci kattaydı bu yüzden valizi merdivenlerden çıkarmak zor olmadı. Kapıyı açtı ve içeri girdi, ben de ayakkabımı çıkarmak için eğilmişken Begümhan’ın “Ayakkabınla içeri girebilirsin.” demesi üzerine direkt eve girdim. Evin ambiyansı çok güzeldi. Evi tam kendi zevkine göre düzenlemişti. Her odada boydan boya kitaplık vardı ve hepsi çeşit çeşit kitaplarla doluydu, evinde avize tarzı büyük bir aydınlatma yoktu, anlaşılan masa lambasının ve kokulu mumlarının ışığı dostum için yeterliydi. Çok büyük bir ev değildi fakat dostum ve canından çok sevdiği kedisi için gayet yeterliydi. Ben evi gezerken dostum da ikimize kahve demlemişti. Kahveler içimizi ısıttı. Kahveyi bitirdikten sonra üzerime bir yorgunluk çöktü, dostum da bunu anlamış olacak ki “Yatağını içerideki odaya hazırladım, istediğin zaman yatabilirsin. Yarın için enerjini toplaman gerek!” diyerek yatak odasına geçti. Ben de dişlerimi fırçalayıp yatağımın hazırlandığı odaya gittim. Kafam düşüncelerle doluydu fakat Begümhan’ın da dediği gibi yarın için enerjimi toplamam gerekiyordu. Zor da olsa uyuyabildim. Uyandığımda saat kaçtı bilmiyordum fakat çok güzel bir kahve kokusuyla uyanmıştım. Yatağımı toplayıp yüzümü yıkadım. Ardından mutfağa geçtim, dostum kahvaltıyı hazırlamıştı bile! Kahvaltımızı yapıp evden çıktık. Parti için tek geceliğine bir ev tutulmuştu. Birkaç gün önce aldığı parti süslerini tutulan eve götürdük ve evi süslemeye başladık. Ben evi süslemeye devam ederken Begümhan: “Ben pastayı almaya gidiyorum istediğin bir şey var mı?” diye sordu. Ben de başımı iki yana sallayarak olmadığını belirttim. Dostum da pastayı almak üzere dışarı çıktı. Kısa bir süre içinde süslemeyi bitirdim ve saate baktım. Saat 4.15’ti, parti saat 6’da başlayacaktı ve pastanın alınacağı yer evin bulunduğu konuma uzaktı. Bu da demek oluyordu ki düşüncelerimle baş başa geçirebileceğim bir saatim vardı. Camdan dışarıyı seyretmeye başladım, manzara çok güzeldi. Fakat manzaradan çok insanlar dikkatimi çekmişti: herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm vardı, çocuklar karla oynuyor, aileleriyse sıcak içecekler eşliğinde birbirleriyle sohbet ediyorlardı. İnsanları izlemeye dalmışken bir anda kapı çaldı. Bu aslında garipti çünkü Begümhan evden çıkalı çok olmamıştı ve bu kadar erken dönmesi mümkün değildi. Bir şey mi unuttu acaba diye düşünürken kapıyı açtım.
Karşımda yabancı biri duruyordu, acaba adresi mi karıştırmıştı? Adam yüzüme şaşırmış bir ifadeyle baktı ve Begümhan’ın burada olup olmadığını sordu. Ben de burada olmadığını fakat yarım saate geleceğini söyledim. Bu kadar erken gelmesinin sebebini soracaktım fakat vazgeçtim. Adının Conor olduğunu öğrendiğim çocuk Begümhan ve benimle yaşıttı. Biraz daha kendinden bahsettikten sonra bana kendimle ilgili sorular sormaya başladı. Ben de hepsini tek tek cevapladım. İyi birine benziyor diye düşündüm. Belki de parti düşündüğüm kadar kötü geçmeyecekti. Yaklaşık yarım saat sonra kapı çaldı, Begümhan gelmişti. Dostum, Conor’ın da evde olduğunu öğrenince şaşırdı ve arkadaşının oturduğu odaya gitti. Birbirimizle tanışıp tanışmadığımızı sordu. Ben de tanıştığımızı söyledim. Bir süre sohbet ettiler, ben de dahil olmadan sessizce sohbetlerini dinledim. Aradan biraz zaman geçince kapı çaldı ve 4 kişi daha içeri girdi. Hepsiyle tek tek tanıştım, hepsi düzgün ve samimi insanlara benziyorlardı. Conor ve yeni gelenler sohbet ederken kapı bir daha çaldı ve içeri 3 kişi daha girdi. Sanırım tüm davetliler gelmişti. Yeni gelenlerle tanıştıktan sonra yemek servisine yardım etmek için mutfağa, Begümhan’ın yanına gittim. Yemekleri kendi elleriyle hazırlamıştı marifetli dostum, ben pek yemek yapamadığım için hayranlık duyuyordum onun marifetli ellerine. İçeri odada sohbet devam ederken biz masayı hazırladık ve herkes sofraya oturdu. Anladığım ve gözlemlediğim kadarıyla buradaki herkes uzun süreden beri tanışıyorlardı ve birbirlerini gerçekten seviyorlardı. Herkesin birbirine bu denli alışık olduğu bir ortamda yalnız hissetmeye başlamıştım. Aslında beni de sohbete dahil etmeye çalışmışlardı fakat ben kısa cevaplar vererek kendimi sohbetten soyutlamıştım. Neden böyle davrandığımı ben de anlayamamıştım, sanırım bu zihnimin geliştirdiği bir tür kendini savunma mekanizmasıydı. Begümhan bana davetiyeyi yolladığı andan itibaren içimde bir endişe, bir karamsarlık vardı. Belki de doğru düşünüyordum, sorun Londra’nın havası değildi, benim olaylara bakış açımdı. Bunun farkına varmıştım fakat yine de sohbete katılamıyordum. Adeta zihnim beni demir parmaklıklar arasına hapsetmişti. Bu yaklaşımımın saygısız olduğunun bende farkındaydım ama kafamda o kadar çok senaryo kurmuştum ki bu insanların bu kadar cana yakın olmaları ve benimle tanışmak istemeleri mantıklı gelmiyordu. Ben zihnimi bunlarla meşgul ederken yemekler yendi, pasta kesildi ve en nihayetinde sıra hediyeleri açmaya geldi. Herkesin hediyesi sırayla açıldı, son olarak sıra benim hediyeme geldi. Beraber büyüdüğüm dostumu yeterince iyi tanıdığımı düşünüyordum. Ona bir kutu hazırlamıştım. Kutunun içinde birlikte çektirdiğimiz ve bizim için özel fotoğraflar, dostumun en sevdiği çikolata, birkaç tane kokulu mum ve en sevdiği yazarlardan birkaç kitap koymuştum. Kutuyu açınca dostumun gözlerinin dolduğunu gördüm ve ona sarıldım. Bizi gören diğer davetliler de bize sarıldı ve bir süre öyle kaldık. Ardından dostumun iş arkadaşlarına tüm bu fotoğrafların arkasındaki anıları birer birer anlattık. İlk fotoğraf ilkokulun ilk gününde henüz birbirimizi tanımıyorken çekindiğimiz sınıf fotoğrafıydı. Başka bir fotoğraf ise benim 11. yaş günümdendi. Kutudaki fotoğraflarda üniversite sınav sonuçlarımızı öğrendiğimiz andan tutun lisenin ilk haftası çektirdiğimiz fotoğraflara kadar pek çok fotoğraf vardı. Fotoğrafları incelerken ikimizin gözünden de yaş geldi, bunlar minnet dolu mutluluk gözyaşlarıydı.
Tüm bunlar yaşanırken artık yabancılık çekmediğimi hissettim. Başlarda mesafeli davranmış olsam da hiç de uzun olmayan bir süre zarfında hepsiyle çok yakınlaşmıştım. Bu garipti çünkü bu kadar kısa bir sürede bu kadar çok kişiyle yakın olacağıma asla inanmıyordum. Birkaç gün öncesine kadar bu partiye katılma fikri bile midemde sancılara sebep olurken birkaç saat öncesine kadar konuşmaktan çekindiğim insanlarla nasıl olmuştu da en yakın arkadaşımla olan anılarımı konuşur hale gelmiştim? Bunca yıldır konfor alanımdan dışarı çıkmamam ne kadar da saçmaymış aslında. O gün saatlerce konuştuk. O kadar konuştuk ki ne hakkında konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum. Saat geç olmuştu, maalesef herkesin evlerine dağılması gerekiyordu. Herkesle vedalaştım, onları gerçekten çok özleyecektim. Evde en son ben ve Begümhan kalmıştı. Evi toplayıp biz de oradan ayrıldık ve Begümhan’ın evine döndük. Dostuma büyük bir teşekkür borçluydum, o olmasaydı korkumu yenemezdim. Kendisine ne kadar minnettar olduğumu söyledim, o ise hiçbir şey yapmadığını, her şeyi kendi başıma başardığımı söyledi. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum, şu an düşünemezdim de. Tekrar teşekkür edip yatağımın olduğu odaya girdim ve kapımı çektim. Ruhsal olarak beni başta zorlayan bir gün olsa da günün sonuna başımı yastığıma huzurla koydum ve uzun bir zaman sonra ilk kez bu kadar rahat uyudum.
***
Sabah uyandığımda üzerimde inanılmaz bir rahatlama vardı. Pencereden dışarıyı seyrederken bu şehrin havası beni ilk kez huzursuz hissettirmemişti. Saate baktım, saat daha erkendi. Evden sesler gelmiyordu, arkadaşım henüz uyanmamıştı. Bu fırsattan yararlanarak ses çıkarmadan dışarı çıktım. İlk kez bu şehirde bulunmaktan bu kadar keyif alıyordum. Kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra eve döndüm. Dostum yorulmuş olmalı ki hâlâ uyuyordu. Ben de ikimiz için kahvaltı hazırladım ve kahve demlemeye koyuldum. Tam o sırada mutfak kapısının açıldığını duydum. Dostum uyanmıştı! Hoş bir sohbet eşliğinde kahvaltımızı yaptık ve hazırlanıp şehri gezmek üzere dışarı çıktık.
***
Eve döndüğümüzde ikimiz de yorgunduk. Bu kısa tatil sandığımın aksine ruhumu tazelemişti. Buradan ayrılacağım için bu kadar üzgün olacağımı asla düşünmezdim. Kederli kederli valizimi topladım ve uyumak üzere yatağa geçtim. Hemen uykuya daldım
***
Sabah olduğunu mutfaktan gelen kahve kokusuyla anladım. Bugün Londra’dan ve dostumdan ayrılıyordum. Valizimi topladım ve mutfağa girdim. Dostumla karşılıklı güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı bitince havalimanına doğru yola koyulduk. Yol boyu dostuma tekrar tekrar teşekkür ettim. O ise hep alçakgönüllü davranarak bir şey yapmadığını söyledi. Su gibi akıp giden bir sohbetin ardından sonunda havalimanına gelmiştik. Artık vedalaşmamız gerekiyordu. İkimiz de üzgündük. Bana dış hatlar kapısına kadar eşlik etmişti, artık veda vaktiydi. Birbirimize sarıldık ve gülümsedik. Tam ayrılacakken ağzımdan o sözler çıktı “Haftaya doğum günüme hepinizi bekliyorum.” Bunu söyleyeceğimi birkaç gün önceki bana söyleseydiniz büyük ihtimalle yüzünüze gülerdim. Fakat gerçekten söylemiştim, ve gerçekten hepsini doğum günü partimde görmek istiyordum. Dostum bunu söylerken ki samimiyetimi anlamış olacak ki yüzünde bir tebessümle “Elbette!” dedi. Son kez vedalaştıktan sonra uçağa bindim. Uçuş boyunca son birkaç günün ne kadar “sıra dışı” ama fevkalade geçtiğini düşündüm. Tanrım, aslında ne kadar da şanslıymışım!