Bir gün kraliçeyi ziyaret etmeye gidiyordum ve çok heyecanlıydım. Kraliçenin yaşadığı sarayın çok güzel, huzurlu, sakin ve ferah bir saray olduğunu duymuştum. Saraya yaklaştıkça kalp atışımın giderek hızlandığını fark ettim. Sarayın dış görünüşünü güzel fakat biraz abartılı bulmuştum. İçeri girerken heyecanım daha da artmıştı.
Sarayın özen ve titizlikle işlenmiş büyük cam kapısını yavaşça ittim. Kapı sade, güzel bir odaya açılıyordu. Gördüklerim karşısında şaşkınlıktan birkaç saniye hareket edemedim. İçerisi çok ferah ve sade gözüküyordu. Duvarlar krem rengiydi, ki bence duvarların bu renk olması odayı çok daha güzel gösteriyordu. Odanın köşelerinde altın kaplamalı vazoların içinde bitkiler ve çiçekler vardı. Odada çok şık mobilyalar bulunuyordu. Kenarda büyük bir piyano vardı ve bir adam bu piyanoyu yavaşça çalıyordu. Ayrıca odayı hafif bir lavanta kokusu sarmıştı. Sarayın içi dışının aksine gayet sadeydi.
Ben kapıda beklerken yanıma bir hizmetçi geldi ve beni kraliçenin yanına götürdü. Kraliçe ve kral birlikte sarayın bahçesindeki bir koltukta oturuyorlardı. Koltuğun önünde büyük bir süs havuzu vardı ve bu süs havuzunun içinde turuncu, küçük balıklar bulunuyordu. Kraliçe bana sarayı gezdirdi. Saray tek kelimeyle mükemmeldi. Sarayı gezerken mutfaktan çok güzel yemek kokuları geldiğini fark ettim. Ayrıca yemek masası büyük, ahşap bir masaydı ve üzerinde altından yapılmış çok güzel detaylar vardı.
Sarayı çok güzel bulmuştum, mükemmel olduğunu düşünüyordum fakat orada yaşamak isteyip istemeyeceğimden pek emin değildim. Sonuçta saraydaki her şey çok güzeldi fakat ihtiyacımı görmesi için abartılı şeylere ihtiyacım yoktu.