Nefes almak benim için bazen çok zor oluyordu. Görünmez bir labirentin içine hapsolmuştum ve duvarlar beni sıkıştırmaya başlamıştı. Özgürlük hakkında herkesten farklı düşünüyordum. Seçimler seni özgürleştirmez. Seçmek zorundaysan kölesisindir ya birinin ya da hayatın. Bir labirente giriyorsan geçtiğin yolları işaretlersin ki kaybolursan girdiğin yoldan çıkabil.
Tabi, bunlar cıvıltılı bir yaz sabahında yirmi yaşındaki bir kadın için çok derin düşüncelerdi. Kıyafet seçmek her gün çok zor olurdu ama bugün değildi. Sarı çiçekli beyaz elbisem resmen beni çağırıyordu. Anahtarlarımı alacakken gözlerim yanındaki fotoğrafa takıldı. Daha bebektim ve annem beni kucağında tutuyordu. Onun mavi gözlerine dikkatle bakarsanız içindeki hüznünü görebilirdiniz, benimkilere bakarsanız da içindeki saflığı görürdünüz. Fotoğrafın en sevdiğim kısmı arkadaki aynadan yansıyan babamın kahverengi saçlarıydı. Bana kahverengi saçlarını vermişti, tek verdiği şey bu olmayacaktı. Babam benim için her şeyini feda etmişti ve geçen sene kalp krizinden ölmüştü. Varlığımı daha az umursayamayacak olan annem ise benim kitabımda ölüydü. Anahtarlarımı alıp binadan çıktım. Güzel bir gün olacaktı, hissediyordum.
Ben iyi bir insan olabilirdim ama asla başarılı olamazdım. Trajik bir geçmişiniz varsa normal bir geleceğiniz olamazdı. Önünüzde iki değil binlerce yol olurdu. Olduğunuz yerde çok uzun süre durursanız üzerinizde daireler çizen akbabalar sizi avlarlardı. Uğruna her şey feda edilmiş biri olarak başarısız olamazdım. En iyisi olamayacaksam en kötüsü olurdum. Arabanın dikiz aynasına bakarak kırmızı rujumu tazeledim.
Arabamdan dışarı adım attığım anda kapının önündeki iki adamın duruşlarını dikleştirdi. İçeri girmem için sağdaki adam kapıyı açtım. Kafamı aşağı eğerek teşekkür ettim. Kendine güvenen bir biçimde yürümeye devam ettim. Nazik bir tavır takındığınızda ve çiçekli bir elbise giydiğinizde yine de korkuluyorsanız o zaman en kötüsünüzdür.
İçeriye doğru gittiğimde takımımı silah seçerken gördüm. Biri hariç hepsi beni gördüklerinde dik durup beni selamladılar. Masaya yaslanan Arel’in beni gördüğünden beri gerçekleştirdiği tek şey yüzüne bir gülümseme yerleştirmek olmuştu. Bu dünya üzerinde -kendim dahil- nefes alan tek sevdiğim kişiydi. Ona doğru ilerlerken seçimlerimi düşündüm. Bu işi almak ya da almamak, kolay taktiği seçmek ya da seçmemek, mutlu olmak ya da yaşamaya devam etmek. Ancak bir kafesteki kuş kadar özgürdüm. Önümüzdeki saatler boyunca trajedik hayatımın kölesiydim.
Kararlarımızı vermiştik. Kendi seçimlerimiz belliydi ama karşı tarafın seçimleri değildi. Seçimlerimizin sonuçları hariç her şeye hazırdık. Plan basitti, içeri girecek istediğimizi alacak ve çıkacaktık. Masum kimse zarar görmeyecekti çünkü burada masum kimse yoktu. Elimle içeri girmelerini ifade eden işareti yaptım.
Kapıyı tekmeleyerek açtılar. Bunun hariç her şeye hazırdık. İçerisi karanlıktı. Terk edilmiş bir
yere benziyordu ama değildi. Arel kaç gündür burayı gözetliyordu. Her gün içeri giriyorlardı. Bir şey yanlıştı. Bu bir tuzaktı, öyle olmalıydı. Durmalıydık ama fark eden tek kişi bendim, dışarıda kalan da.
El fenerimi açıp tedbirle içeri girdim. Kapıdan içeri adımımı atmamla beraber kapılar arkamdan kapandı. Bir çığlık sesi duydum ki bir el ağzımı kapadı. Diğer el ise beni silahlarımdan arındırdı. Sakin olmalıydım. Karanlıkta bu kadar iyi görüyorlarsa gece görüşleri olmalıydı. Bu demekti ki ışıklar açıldığında kısa bir süreliğine, kaçmama yetecek kadar bir süre için gözler kamaşacaktı. Diğerleri de bunu düşünmeliydi, eğitimlerinde bu da vardı. Şansıma ışıklar açıldı. Beni yerimde tutan kişiyi öne doğru savurdum ve belindeki bıçağı aldım. Doğru seçimi yapan tek kişi bendim.
“Elindekini bırak ve kimse zarar görmesin.” dedi Arel’ i tutan adam. Arel zarar görmemeliydi. Çıkabilirdik. Tutsak olmak çaresizlik değildi. Önünde bir sürü adımın olup hiç birinin iyi bir sonuca ulaşmamasıydı çaresizlik. “Doğru seçimi biliyorsun.” dedi az önce öne savurduğum adam. İşte nefes almak şu an zordu. Doğru seçimi biliyordum. Geriye bakabilsem “Verdiğim en iyi kararmış!” diyeceğim seçenekti doğru olan.
Sarı çiçekli elbisemin çiçekleri artık kırmızıydı. Bıçağın keskin ucu görünmez olmuştu. Hayat denen labirentin girişi yokluksa ve kaybolduysam aynı yerden çıkmam gerekirdi, değil mi? Artık evren kadar özgür ve sonsuzdum.