Hayatımın en güzel dönemlerinden biriydi. Okuluma alışmış, birçok yeni arkadaşlık kurmuştum; derslerim çok iyiydi ve çeşitli sosyal aktivitelere katılmıştım. Basketbol, bateri, gösteriler ve şovlar… Bu tür etkinliklere katılmayı çok sevsem de derslerimle birlikte hepsiyle başa çıkmak zor gelmeye başlamıştı. Üstelik sürekli yeni etkinlikler ve gösteriler oluyordu ve ben bunların hepsine katılmak istiyordum. Bu da elbette bazı zorluklarla karşılaşmama neden oluyordu.
Öğretmenlerim de bu etkinliklere katılmamı istiyorlardı çünkü yeteneklerimi geliştirip beni daha da ileriye taşıyabileceklerini düşünüyorlardı. Okulun bitmesine bir buçuk ay kala drama öğretmenim, yeni yapacakları bir tiyatronun seçmelerine katılmamı şiddetle önerdi. Tiyatro “Küçük Prens”ti. Daha önce çok duymuştum ama hiç okumamıştım, hikayesini de yarım yamalak biliyordum. Yine de bu teklifi reddedemezdim çünkü tiyatroyu çok seviyordum. Tüm bu zorluklara ve yoğunluğa rağmen bir şansımı denemek istedim ve ne oldu? Seçildim! Hem de başrol olarak.
Heyecanım tarifsizdi! İlk dersimizde hemen herkesle kaynaştım ve arkadaş oldum. İlk gün çalışmaları çok eğlenceli ve heyecanlı geçti. Bize nerede, ne zaman ne diyeceğimizi öğrenmemiz için dosyalarımız verildi. Dosyamı açtığımda her sahnede uzun uzun sözlerim olduğunu görünce biraz endişelendim. Bu kadar cümleyi nasıl ezberleyeceğim? Sahnedeki bir yanlışlık yüzünden yüzlerce kişinin bana güleceğini düşünüyordum. Uzun çalışmaların ardından gösteri günü geldi. Hepimiz çok heyecanlıydık ama kendimizi hazır da hissediyorduk.
Gösteri başladı ve hepimiz harika bir performans sergiledik; hiç yanlış yapmadık. Gösterinin son dakikalarında seyirciye selam verirken, tüm bu olanları düşündüm ve bir anda alkış patlaması yaşandı. Salondaki herkes alkışlıyor ve ıslıklar çalıyordu. O an içimden “Bu tiyatroya katılmak VERDİĞİM EN İYİ KARARDI.” dedim.