Pahalı Hayal

Yağmurlu bir pazar sabahına gözlerimi araladım. Sabah erkendi ve herkes hala uyuyordu. Sessizce aşağı indim ve kendime sıcak bir kahve yaptım. Küçük adımlarla tekrar odama çıktım ve kahvemi yudumladım. Dolabımı açtım ve yılların emeği üstlerinde olan şık tasarımlarıma baktım; elbiseler, etekler ve fularlar. Bir gün pahalı bir marka için tasarımlar yapmak çocukluğumdan beri en büyük hayalimdi. Üniversiteyi yeni bitirmiş biri olarak bu hayal için her gün çok çalışıyor ve aynı zamanda bu hayalimi gerçekleştirmeme yardım edecek bir iş arıyordum.

Geniş ve gündüz vakti kalabalık olan caddemizin göründüğü masama oturdum. Kahvemi içmeye devam ederken bilgisayarımı açtım ve mail kutumda gezindim. Mail kutumu boşalttıktan sonra sosyal medyaya girdim. Sosyal medya hesaplarımda tasarımlarımla ilgili fotoğraflar paylaşıyordum, hatta bazı markalar hesabımı keşfetmiş ve giysilerimin paylaşımlarına erken yaşta çok başarılı bir tasarımcı olduğumu belirtmişlerdi ama henüz hiçbiri işbirliği isteğinde bulunmamışlardı. O sırada gözüme her pazar Londra’yı turlayan postacı takıldı. Bizim eve doğru yaklaşıyordu. Ailem çoğu zaman mektup almazdı, bu sebeple garipsedim. Eve yöneldiğinden emin olduktan sonra aşağı indim. Kapının önünde şık, ışıltılı ve büyük bir zarf duruyordu. Aileme gelen herhangi bir mektubu açmamam gerektiğini biliyordum, bu sebeple oracıkta kalmasına izin verdim ve ailemin uyanmasını bekledim. Tekrar odama çıktım ve kahvemi bitrdim. Tam aşağı kahve kupamı mutfağa bırakmaya giderken küçük kardeşim Jacob: “Victoria!” diye tüm evi uyandıracak büyük bir çığlık attı. Neredeyse kupayı düşürüyordum ama son anda tuttum.

Merakla aşağı indiğimde annem, babam ve Jacob, ellerinde zarf ile bana bakıyordu. O anda anladım ki zarf bana gelmişti. Jacob zarfı bana uzattı ve o anda o yazıyı gördüm: Hermes, Paris. Büyük bir sevinç çığlığı atarak zarfı açmaya koyuldum. İçinde bir mektup vardı ve şöyle yazıyordu:
Sayın Victoria Shelton,
Sosyal medyada göstermiş olduğunuz başarı, yetenek ve büyük hayal gücünüzden etkilenmiş bulunmaktayız. Fransa, Paris’te 20/10/24 tarihinde sizi bir iş görüşmesine davet ediyoruz.
HERMES, PARİS
Mektup ve zarf elimden kayıp yere düştü. Radyonun anteninde duran güvercinlerin korkup kaçmasına sebep olan büyük bir çığlık attım. Aileme sarıldım ve boynuma kadar damlayan mutluluk gözyaşlarımı fark ettim. Yıllardır verdiğim emek, karşılığını almıştı. “Sana inanamıyorum!”, diyerek beni kucakladı kardeşim. Ailem beni tebrik ederken aklıma önemli bir şey geldi: Eğer işe girebilirsem, bir daha ailemle yaşayamayacağımı ve hep Fransa’da olacağımı fark ettim. Daha gençtim ve üstünde düşünmem gereken bir karar olacaktı. “Ama eğer gidersem uzun bir süre, belki de hiç buraya gelemeyeceğim!” dedim üzgünce. “Tabii ki gideceksin bu en büyük hayalindi ve baksana, ayağının altına geldi iş teklifi!” diyerek beni teselli etti annem. Haklı olduklarını belirttim ve odama çıktım. Yerimde duramıyordum. Hayatımın anıydı. Hızımı alamadım ve hemen eşyalarımı toplamaya giriştim. Bugün hemen geldi ve geçti. Ama işte o gün gelmişti. Gözlerimi araladım ve bir sevinç çığlığı attım.

Tasarımlarımı özenle valizime yerleştirdim, üstüme şık bir takım giydim ve hazırdım! Hızlıca aşağı indim. Ailem beni arabada bekliyordu. Valizlerimi de dikkatlice aşağı indirdikten sonra arabaya atladım. Bugün benim için çok büyük bir gündü. Sonunda havalimanına vardık. Arabadan indiğimde karmaşık duydular hissediyordum. Beynimin bir lobu hayatının değişmek üzere olduğunun farkındaydı ama beynimin öbür lobu ise ailemi çok özleyeceğimin farkındaydı. Sırayla hepsiyle uzun uzun vedalaştım. Bu, birkaç yılın özlemini gidermesini gerekiyordu. Onlara son bir kere sarıldım ve iki valizimi de kavrayıp içeri girdim. Gişe kontrollerinden geçtim ve pasaportumu gösterdim. Şimdi uçağıma doğru yürüyordum. Manzaralı koltuğuma oturdum, kemerimi bağladım ve gözlerimi kapattım. Pilotun anonsu ile uyandım. Uzun bir uykuya dalmıştım çünkü mektubun geldiği günden beri her şeyimi kontrol ediyor hatta nasıl el sıkışacağımı bile çalışıyordum. Yaklaşık yarım saat sonra iniş yaptık. İşte hayallerimin şehrine gelmiştim. Hızlıca uçaktan indim ve aktarma ile şehir merkezine geldim. Kalacağım otel Hermes’in kendi oteli idi. Otel o kadar lüks ve güzel duruyordu ki dakikalarca bakakaldım. Bir görevlinin yardımı ile odamı buldum. Hemen yerleştim ve rahat yatağıma uzandım. Paris’i gezmek çok isterdim ama iyice dinlenmem gerekiyordu. Saat zaten akşam altıya geliyoru. Pijamalarımı giydim ve odamı inceledim. Daha önce hiç bu kadar lüks ve şık bir otel odasına kalmamıştım. Ardından yattım ve uykuya daldım. Sabah sekize kurulu olan alarmım ile güneşli bir güne uyandım. Hızlıca duş aldım, saçlarımı özenle yaptım ve giyindim. Artık görüşmeye gitmek için hazırdım! Odamdan topuklu ayakkabılarımın tıngırtısı ile çıktım ve dikkatli adımlarla asansöre yöneldim. Aşağı indim ve Hermes’in kendi aracı ile toplantı yerine yol aldık. Yine Hermes’in bir binasıydı. Araçtan indim ve binaya girdim. Şık avizeler ile dekore edilmiş, kırmızı halısı olan bir giriş karşıladı beni. Ardından, otelde olduğu gibi bir personel yardımı ile toplantı odasına geldim. Cam, şık bir odaydı. İçeride biri kadın biri erkek olmak üzere iki yönetici vardı. Personel beni içeri aldı ve onlara selam verdim. Ellerim titriyor, kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Toplantı başlamıştı. Bana birçok soru sordular ve hepsini cevapladım. Aralarında konuştuktan sonra: “Bayan Victoria, Hermes’te bir tasarımcı olarak işe alındınız. Tebrik ederiz!”, diyerek toplantıyı bitirdiler.

O anda duyamadım, hissedemedim, öylece kalakaldım. Sonra fark ettim ki dünyanın en pahalı markalarından biri olan bir şirkette işe alınmıştım! Böyle bir ortamda sevinç çığlığı atamayacağımı biliyordum, bu yüzden içimde inanılmaz büyüklükte bir heyecan vardı. Teşekkür edip odadan çıktım ve hemen ailemi aradım. Hepsi çok mutlu ve gururluydular. Taksiye bindiğimde içimden düşündüm: “Verdiğim en iyi kararmış.”

(Visited 3 times, 1 visits today)