İnternette yazın yapılabilecek aktivitelere bakarken arkadaşım bir kamp bulmuştu. Kampın ana sayfasına girdiğimizde gördüğümüz fotoğraflar çok güzeldi. Kamp tam bir ormanın yanındaydı ve yanından da bir nehir geçiyordu. Kamp için kayıtlarımızı yaparken neredeyse hiç kimsenin katılmadığını fark etmiştik ve bu çok garibimize gitmişti ama çok kafaya takmamıştık ve hemen bavullarımızı toplamaya başlamıştık.
Kampa geldiğimizde hiçbir şekilde fotoğraflardaki hâline benzemediğini, adeta bir çöplük olduğunu ve niye neredeyse kimsenin kayıt yaptırmadığını anlamıştık. Normalde bize oradayken göz kulak olması gereken kamp mentörlerimiz de ortada yoktu. Biz bir hafta daha orada kalmak ve kendi geçimimizi sağlamak zorundaydık. Bütün kampta toplam altı kişiydik ve hepimiz farklı görevler üstlenmiştik. İki kişi çadırları kuracaktı, bir kişi meyve bulacaktı, ikisi avlanmaya çıkacaktı ve ben de onları pişirebilmek için odun toplayacaktım. İlk başta çok aç olduğumuz için yakınımızdaki çalılıktan bir sürü meyveye benzeyen şeylerden yemiştik. Çok fazla zaman geçmeden ben odun aramaya koyulmuştum ve sabah yağmur yağdığı için etrafta pek düzgün odun parçası yoktu. Ormanın iyice derinlerine gitmeye başlamıştım ve yavaşça çok uykum gelmeye ve sanki bilinç altımı kontrol edemiyormuşum gibi bir hisse kapılmaya başlamıştım. Etrafıma bakındığımda ise hiçbir yer tanıdık gelmiyordu. Birden nefes almam da zorlaşmaya başlamıştı ve geri kalanına hatırlayamıyorum.
Bir süre sonra hastane yatağında uyanmıştım ve doktor bana zehirlendiğimi söylüyordu. O çalı aslında “Güzelavrat otu” veya diğer adıyla bilinen “Belladonna” bitkisiymiş ve zehirli olduğunu söylüyordu. Az tüketildiği durumlarda sadece ciltte kızarıklık ve vücutta uyuşukluğa neden olan bu bitki fazla tüketildiğinde uyuma isteği, yüksek ateş, anlamsız konuşma, solunum güçlüğü ve bilinç kaybı gibi etkilere neden olurmuş. Bu bize açlıktan ölüyor olsak bile bilmediğimiz şeyleri yememeyi öğretmişti ve artık hepimiz bir daha yazın kamplara gitmekten korkuyorduk.