Bir zamanlar Asya’nın uç kısımlarında, yeşilliklerle bezeli, masmavi gökyüzünün altında, Halima adı verilen küçük bir köy varmış. Bu köy, sakinliği ve mütevazılığıyla bilinirdi. Köy halkı, birbirlerine sevgiyle bağlı, dayanışma içinde yaşar, her zorluğu birlikte aşarlarmış. Halima’nın insanları, doğanın sunduğu nimetlerle beslenir, emeklerini paylaşırlar ve birbirlerinin yükünü hafifletirlerdi. Tarlalarda çalışırken, birlikte şarkı söyler, bahçelerindeki meyveleri paylaşır, misafirperverlikte yarışırlardı. Her gün, güneş doğarken köy meydanında toplanır, birlikte dualar eder, sevinçlerini ve kederlerini paylaşırlardı. Ancak tanrı bu köye yardım etmeye çok da sıcak olmasa gerek ki bunca yardımlaşmaya rağmen doğa nimetlerini yavaş yavaş bu köyden esirgemeye başlamıştı. Köy büyük bir kıtlığın tehlikesi altındaydı. Neyse ki köyün gençlerinden biri olan Jeles çalışkanlığı ve sıkı disipliniyle diğer çocuklardan ayrılırdı. Sabah erken kalkıp tarlaya gider tarladaki işini bitirince de köy ahalisine yardımcı olurdu. Bu çalışkanlığını ve sıkı disiplinini kendi kendine sürekli söylediği bir söze borçluydu “Benim başaramayacağım bir şey yoktur.” Ki bu lafa en çok da kendisinin inanmasına ihtiyaç vardı çünkü gelmekte olan kıtlığın sonunu ancak o getirebilirdi.
Köyün nimetlerinin yavaş yavaş azalmasından tam 6 ay geçmişti ki artık insanlar neredeyse hayatta kalacak kadar bile yemek bulamamaya başlamış, özellikle bebek ve yaşlılarda açlığa bağlı ölümler oluşmaya başlamıştı. Her ne kadar az da olsa, bu ölümler göz ardı edilemeyecek bir tehlikeydi. Köyün büyükleri bu kıtlıktan kurtulmanın yollarını aramaya başlamışlardı ve aslında bulmuşlardı da fakat pek erişilebilir bir çözüm değildi, uzaklardaki bir köy için. Yine de buldukları bu çözümü köy halkına açıklama kararı aldılar. Onlara göre çözüm, dünyanın merkezinde bulunan bir tohumdu. Elbette bu çözüm efsaneden başka bir şey değildi fakat bir umut kaynağı bulmaları gerekiyordu ve bu efsaneye bel bağlamaya karar verdiler. Halkın neredeyse tamamı bu çözümü ilk duyduğunda küçümsenemeyecek derecede sitem etti köyün büyüklerine. Bir kişi hariç : Jeles. Jeles bu tohuma inanıyordu çünkü o çok küçükken annesinin ona okuduğu masallarda sıkça bu tohumun adı geçermiş. Hatta annesi ona “Bak oğlum; eğer ki köyümüz ilerde bir sıkıntı çekerse, bu köyün kurtarıcısı sen olacaksın yalnızca yüreğinin sesini takip etmeyi ihmal etme.” dermiş. Jeles de annesinin bu sözlerinden epey etkilenmiş olacak ki bir an bile tereddüt etmeden o tohumu almak için gönüllü oldu. Köy halkı bu duruma çok sinirlendi çünkü köyün neredeyse bütün işlerini Jeles toparlıyordu ve o da bir hayal uğruna köyü bırakıp giderse onların başına ne gelecekti kim bilir?
Tüm bunlara rağmen Jeles tüm köyün gönlünü almayı başardı, gitmek için izni kopardı ve yola çıktı. Yol pek tekinsizdi; büyük ve ölümcül okyanuslar mı dersin güvensiz bölgeler mi… Ancak yol Jeles’in beklediğinden de rahat geçti, insanlar onun bir kurtarıcı olduğunu anlamışçasına ona ellerinden geldiğince yardım etmeyi ihmal etmediler. Bu yardımlar sonucu gizemli tohumun bulunması gereken yere sonunda gelebildi ve yeri kazmaya başladı. Yaklaşık 11 saatlik kazma işlemi sonucu sonunda tohuma erişebilmişti. Fakat o da ne, tam tohumu bulunduğu yerden çıkaracakken tohumu biraz fazla sıktı ve tohum bin parçaya ayrıldı. Her şey bitmiş miydi, başaramamış mıydı? Kendisi bile bir anlığına böyle düşünmüştü fakat 3 dakika gibi kısa bir süre sonra kulağına bir takım ilahi sesler gelmeye başlamıştı. O ilahi sesler ona “Sen merak etme, sen elinden geleni yaptın ve köyünü kurtardın. Bundan sonrasını zamana bırak.” diyordu. Acaba Jeles delirmiş miydi? Jeles kendinden şüphelenmeye başlamıştı. Bulunduğu yerde şaşkınlık ve kızgınlık içerisinde yaklaşık 1 gün boyunca öylece kalakaldı. 1 gün sonra, nihayet elinden başka bir şey gelmediğini anlayınca geri köyün yolunu tuttu. Geri dönme seansı tohuma ulaşmaktan daha uzun sürmüştü fakat yine de ulaşabilmişti köyüne. Sonunda köyüne geri döndüğünde onu bekleyen bir karşılama vardı, hem de ne karşılama! Herkes aşırı mutlu, adeta eski günlerdeki gibiydi. Meğerse bu tohum bu evrenin tanrısının bir oyunuymuş. Tanrı’nın Jeles’in potansiyelini kullanması ve köyü sınamak için uydurduğu bir oyun…