Yeşil, her yer yeşil. Gözlerimi alıyor, sanki yeşil bir dünyanın içindeyim. Huzurun rengi yeşil değil midir zaten? Her etrafıma bakındığımda kendimi sulh içinde buluyorum. Hayır, bu yeşil renk cırtlak, midemi bulandıran ve bakmaya bile uğraşmadığım türden bir yeşil değil. Bu yeşil, ağaçların yeşili. O her gördüğümde içimi ısıtan, bana güvende olduğumu ve sevildiğimi hatırlatan bir yeşil. Şu anda adımımı attığım okulumun her tarafı bu yeşille kaplı işte. Yani, huzur ile.
Zaten açık olan kapıdan girdiğimde tam yerinde olan bir ses beni karşılıyor. Tavandan kulağıma hoş bir melodiyle duyuluyor, ne yüksek ne alçak. Olması gerektiği gibi. Piyanoyla çalınan melodik bir klasik müzik eşliğinde yavaş adımlar atarak koridor boyunca yürüyorum.
Burada geç kalmak sıkıntı edilmezdi. Zaten okulun dışında mutsuz, soğuk bir trafik bütün ruh halimize yansımışken kimse bizi geç kaldığımız için azarlayarak moralimizi daha da yerin dibine indirmeyi amaçlamıyordu. Her olay düzenliydi, planlıydı. Sınıfa geçtiğimde bu yüzden öğretmenim sadece samimi bir gülümsemeyle bana baktı.
Rahatlık, temel kavram bu idi. Öğrencilerin rahat olması, mutlu olmaları demekti. Okulun temel hedefi buydu zaten. Mutlu olmamız. Hayat, bize temelden karamsar bir başlangıç yaptırırdı: zor büyürdük, zorla okula giderdik, zorla sınav olurduk, kısacası zorla hayatı yaşardık. Ama burada öyle değildi. Zaten yaşamımız yeterince somutken, neden daha da katılaştırmaya gerek vardı? Buradaki insanlar bizim gevşememizi sağlarlardı, okulda bize iyi davranırlardı ki eve gidince bütün bu kötülükler hakkında düşünmeyelim.
Tam da bu yüzden sınıfın her yerinde dümdüz sıralar ve rahatsız sandalyeler değil de armut koltuklar dururdu. Herkes rahatça, çok da yayılmadan, koltuklarına otururdu ve güzel bir ders geçirirlerdi. Telefonumu öğretmenin masasına teneffüste almak üzere bıraktım ve armut koltuğuma oturdum. Gerçi, teneffüste almama gerek yoktu. Burada zaten ihtiyacım olan her şey vardı.
Gerçek hayat bana asla iyi davranmamıştı. Genelde insanlara yumruk atılması gereken bir yastık parçası olarak gözükmüştüm. Beni ihtiyacı olduklarında kullanır, üstümde ağlar; sinirlendiklerinde ise sinirlerini benden çıkarır, üstüme üstüme vururlardı. Tam kalbime. Buradaki arkadaşlarım bana çok yardımcı oldular. O acımasız, gaddar ve bencil insanlardan beni soyutlayarak bana yeni bir boyut oluşturdular. Onlara sahip olduğum için çok mutluyum. Güzel bir çevrem var denilebilir, bir sürü insan tanıyorum ve hepsiyle ilişkilerim çok iyi. Tam da istediğim gibi.
Hayatı çekilebilir kılan kavramlardan biri ise yemektir. Ben, yemek için yaşayanlardandım. Yemek yemek benim için hiçbir zaman “karnımı doyurayım da bu iş bitsin” gibi bir terim olmadı. Okulum da sanki aklımı okur gibi hep lezzetli mi lezzetli yemekler çıkarmak konusunda ustadır. Her zaman ama her zaman bizi doyuran, mutlu eden yemekler yemiştik. Tıpkı hayal ettiğimiz gibi.
Gün batımı bile güzeldi buralarda. Okuldan tekrar dış dünyaya yürürken, içimden büyük bir hüzün dalgası geçiyor. Keşke sonsuza kadar burada kalabilseydim. Olsun, diyorum kendi kendime. Yarın tekrar geleceğim nasıl olsa. Tam da istediğim gibi.