Penceremden giren güneş ışığının uyumayı imkansız kılacak etkisiyle gözlerimi araladım ve gözüm ilk olarak darmadağınık olan masamın üstüne takıldı. Hep dağınıklılığımdan şikayetçi olan validem de yoktu artık yanımda.Derlermiş ya büyük adamlar geleni gideni elbet aratıyor işte. Kafamdaki uçsuz bucaksız düşünce bulutunu hızlıca savdım ve gözlüğümü takarak yüzümü yıkamaya yönlendim. Banyoya girildiğinde insanın etrafını saran bembeyaz duvarlara göz kırptım ancak duvardaki çatlak izi beni o karanlık güne sürüklemeye yeterliydi. Kafamı dağıtmaya çalışıp başımı bir o yana bir bu yana savurdum ancak bu kez de kırık olan ayna beni rahat bırakmıyordu.Gözümden düşen yaş yanağımı ıslattığında içimden psikiyatristimin bana her seans uygulattığı sakinleşme adımlarını uyguladım.Lanet olsun ki “düşük bütçeli psikiyatristin”in yararı da ancak bu kadar oluyordu. üzülecek onca durumun içinde boğulurken aynaya bakıp gülümsemek, hatta çatlaklar gibi kahkaha atmak hiç içimden gelmiyordu.Banyoyu zaten bozuk olan psikolojimi daha fazla bozmamak için seri adımlarla terk ettim mutfağa geçtim.Işığı açtığım anda başlayan ve oldukça sinir bozucu olan havalandırmanın sesi kulağıma doldu. İlk adımımda ayağıma batan cam parçası acıyla inlememe neden olurken ayağımsa boylu boyuna yarılmıştı. Beni bu yaradan daha çok acıtan şey ise dün ayrıldığım sevgilimdi.Zor bir insan olmama-itiraf etmek gerekirse- rağmen beni çeken beyanımda olan,sırf istediği için her haftasonu o aptal kliniği zorunda bırakan kadınım artık yoktu. Onsuz zaten “yaşamak” olarak adlandırılan bu zulumun de anlamı yoktu. Ayağımı bandajla sardıktan sonra yerdeki cam kırıklarını toplamaya başladım. Kırıkları çöpe atacağım sırada kovanın üst tarafındaki renkli postitlere yazılı notları koparırcasına çıkardım ve çöpe tıkayarak şiddetle kapağını kapattım.Buz dolabını açtığımda içinde gördüğüm doğum günü pastası gözlerimi duvarda asılı takvime çevirmeme neden olurken bugün 11 ocak -yani malum günden bir gün sonraki sabah- olduğunu farkına vardım. Birkaç dakika sonra buzdolabının uyarı sesiyle kahvaltılıklarımı-tek çeşit peynirsek çeşit zeytin ve 1 yumurta-çıkarıp kapağı kapattım. Tavaların nerede olduğundan bihaber olduğum için elime gelen ilk çekmece kulbunu çekip açtım. Açtığımda yanık olan tavamı ve yanında da bana birkaç ay önce aldığı ve paketi yeni açılmış olan tavayı gördüm. Yanık tavamı alıp içine döktüğüm yağ ile yumurtamı pişirdim. Çay tiryakisinden hallice olan ben bu sabah çay demlemeye bile üşenmiştim. Mutfaktaki hava beni fazlasıyla boğmuştu ki seri bir şekilde yemeğimi yedim ve bulaşıklarımı lavabonun içine bıraktıktan sonra salonuma geçtim. Her zaman açık bıraktığım pencereden esen rüzgar ürpermeme neden olurken bilinçsizce ayaklarım beni yatak odama sürükledi. Gündelik kıyafetlerimi giyindikten sonra çalışma odama geçerek tüm dünyayla bağlantımı koparan o kapıyı kapattım ve masaya oturdum. Bu masaya aksatmadan her gün oturuyor ve beğenilmeyen kitaplarımı -ben beğeniyordum ancak yayınevleri için aynısı söylenemez ki kaç kere reddedilmiş ya da işten çıkarılmıştım-devm ettiriyordum. Bugünse sığınağım olan bu odaya daha da çok ihtiyacım vardı ama gelen bildirim sesiyle irkildim. Ekrana baktığımdaysa beni kahreden 10. mesajı almam bir oldu. Mesajsa -tahmin etmesi çok zor olmasa da- artık benimle çalışmak istemediğini belirten yayınevindendi.
Yalnızlık
(Visited 6 times, 1 visits today)