İnsanlar, yüzyıllardır birbirlerine hem fiziksel hem de duygusal bağlamda bağımlı yaşıyorlar. Aç kalmamak, donup ölmemek, savaşlarda yurdunu kaybetmemek gibi temel kaygıları olan bireyler için sosyal izolasyon söz konusu değildir ve bu kişiler isteseler de istemeseler de içinde bulundukları toplumun parçası olurlar. Elbette bu duruma istisnalar da vardır, bunların da çoğunu şairler, yazarlar ve sanatçılar oluşturur. Lakin toplumundaki çoğunluk için sosyal yaşam bir gerekliliktir ve bu tarihin başından beri böyle süregelmiştir.
Son yıllarda teknolojideki hızlı gelişmelerden ötürü çevrim içi etkileşimlerin hayatımızdaki önemi her geçen gün artıyor. Sadece 10 yıl öncesine baktığımızda bile sosyal yapının ne kadar hızlı değiştiğini görebiliyoruz. Pek çok kişi, sosyal medya platformlarını artık temel iletişim yolları olarak kullanıyorlar. Bu, yüzeysel baktığımızda avantajlı bir durum çünkü bireylerin arasında çok hızlı ve devamlı bir iletişimin var olmasını sağlıyor. Eskiden günün yalnızca belirli saatlerinde ve yalnızca belirli yerlerde yaşayabildiğimiz sosyal etkileşimleri artık yedi gün yirmi dört saat ve her nerede olursak olalım yaşayabiliyoruz. Bunun yalnızlığı azaltması hatta yok etmesi beklenir. Ancak ne yazık ki durum böyle değil.
Çevrim içi etkileşimlerin gerçek hayattaki emsallerinin yerini tutamadığı, şimdiye kadar pek çoğumuzun farkına vardığı bir gerçek. Her ne kadar her zaman birbirimize bağlı olsak da işlerimizi çevrim içi halledebildiğimizden gerçek ilişkilere verdiğimiz önem ve harcadığımız zaman gittikçe azalıyor ve bunların yerini yapay arkadaşlıklarla ve bilgisayarımızın maskesi arkasına saklanabildiğimiz bir dünyayla dolduruyoruz. Benliğimizi kaybettiğimiz; birer İP adresinden, sosyal medya profilinden, X’de yapılan bir paylaşımdan ibaret hale geldiğimiz bu yaşam bizi yalnızlığın ölümcül pençelerine karşı savunmasız hale getiriyor. Daha önce de söylediğim gibi önceleri bu, toplumun genelinden ziyade yazdığı şiirin dizelerine gömülüp, oluşturduğu karakterlerin simalarının ardına gizlenen, yaptığı resimdeki ince fırça darbelerine ruhunu işleyebilen, bestelediği parçalarının notalarında yaşayabilen sanatçılara özgü bir durumdu. Şimdi ise küresel çapta bir izolasyon kriziyle karşı karşıyayız.
Sanal gerçeklikte kaygı verici bir hızda gerçekleşen gelişmeler hiç iç açıcı değil. Sanal bir evren, arttırılmış gerçeklik gözlükleri gibi cihazlarla toplumdaki varlığımızın oluştuğu alternatif bir yaşam tarzı olan Metaverse ise, her ne kadar henüz var olmasa da önümüzdeki yıllarda bu konseptin gerçekleşmesinin neredeyse kesin olması nedeniyle beni kaygılandırıyor. Hayatlarımızın şimdi olduğundan daha da izole hale gelmesi, insanların daha da yapay kişilikler edinmesi ve bunun küresel çapta ve kontrol edilemez bir hızda gerçekleşmesi; yapay zekadaki tüyler ürpertici yenililiklerle birleşince derhal regüle edilmezse bildiğimiz anlamıyla toplumun ve insanlığın çöküşüne neden olabilecelecek nitelikte.
21.yüzyılın başından beri her geçen yıl yapılan araştırmalarda depresyon ve anksiyete gibi sorunların arttığını görüyoruz. Metaverse’ün hayatımıza entegre edilmesi bu oranların artışında hızlı bir yükselmeye neden olabilir. Çok geçmeden uluslararası ölçekte yalnız, melankolik ve stresli bir toplum olmamızın geri dönüşü olmayacak. Gerçekle yalanın karıştığı bu denli distopik bir gelecek yaratmak yerine, maskeleri şairlere bırakmalıyız bence.