Gülsüz Gülen Yüz

Bir zamanlar sırtı bir gül bahçesiydi.

Rengarenk laleler, orkideler, karanfiller. Aralarındaki en güzel, zarifliğiyle öne çıkanlar ise kollarından aşağı uzanan güller. Annesine sorsanız gözünün önünde kıpkırmızı bir gülle doğmuş. Genellikle karanfiller baskın olan bir sülaleden geldiğinden şaşırtmış bu herkesi, ama sevinçle karşılamışlar. Ne de olsa bu zarif güller sevgi dolu bir çocuğun doğuşunu temsil eder. Tabii, güzelim güllerinden eser kalmayınca simgeledikleri şeyler pek bir ifade etmiyor.

 

Bir insanın çiçekleri sulandıkça çiçek açar. Her mutlu an, her kahkaha gübreler. Bebekken saçlarını taçlandırırken bu çiçekler çocuk lise çağına vardığında vücudunu çoktan renklere bürümüş dolmuş olur ve çocuk da bunu tüm dünyaya gururla göstermek ister. Bu yüzden belki de onun okulunun müzik kulübünü bu kadar cazip kılan kulüpte geçirdiği her anın bir gül, bir lale daha açtırmış olmasıydı. Hayatının en mutlu anlarıydı belki de. Piyonasını sarıya boyadıkları gün kulaklarının arkasında ne güzel güller açmıştı. Sadece o da değil, kulüpteki herkesin bedenini sarı çiçekler doldurmuştu, ister papatyalar ister menekşeler olsun. Sınıfın içi lavanta kokardı hep, kulüp saati geldiğinde insanlar sadece müziği duymakla kalmaz, koklarlardı da. Tüm okul dinlerdi altı üstü altı üyesi olan müzik kulübünün melodilerini. Eğer sınıflarına yeterince yakınlarsa aralarındaki fısıldaşmaları ve gülüşlerini de.

 

Pek keyifli kulüplerinin eğlencesinin arkasındaki sır birbirlerini gerçekten seviyor olmalarıydı. Birbirlerinin çiçeklerini kendi elleriyle beslerlerdi. İyi günlerle de beraberlerdi, kötü günlerde de. Ara sıra yarışmalara katılırlardı. Sonuçlar açıklandığında kendilerini listenin üstlerinde göremeseler de üzülmezlerdi, ne de olsa amaç eğlenmek değil miydi?

 

Tabii, bu sonsuza kadar böyle devam etmedi. Kendilerini günden güne geliştirdiler, listedeki adları yavaş yavaş yukarı tırmandı, fesleğen kokan bir gün kendilerini listenin en üstlerinde bulana dek. Ne kadar da sevinmişlerdi, fesleğen ve lavanta kokusuyla enstrümanlarını bile sarmıştı sümbüllerle zambaklar. Beraber çaldıkları son gün olduğunu nereden bilebilirlerdi? Kutlamak için gidecekleri lunaparktan gözyaşlarıyla döneceklerini?

 

Trajedi. Yaşadıklarını açıklamak için pek komik bir kelime. Görevlilerin ihmalkarlığını dile getirmek için pek kısa. O yüksekten korktuğundan diğer beş arkadaşının hız trenine binişlerini, trenin raydan çıkışını izlerkenki hissettiklerini açıklamak için yetersiz. Yine de basınının yaşananları anlatmak için tercih ettiği kelime. Pek ironik değil mi, çiçeklerini yeşerten bu kulübün aynı zamanda söndürmesi? Hala hayatta olmasına rağmen diğer beş çiçekle beraber kendi güllerini de gömmesi? Tüm çiçekleri teker teker solup gitti, yerlerini dikenli dallara bıraktılar.

 

Gülleri olmadan aynadaki yansıması pek çirkin, pek yalın duruyor. Gözleri yorgun, cildinin rengi solgun, cildine batan dikenlerden süzülen kan…Tanıdıklarının ona sürekli acıyan gözlerle bakmasına şaşmamalı, okuldaki çocukların aralarında fısıldaşmalarına da, herkesin sürekli ona sürekli kaybı için üzgün olduklarını söylemelerine de. Bütün bunlara şaşırmamalı fakat bunu bilmesi sinirinin bozulmadığı anlamına gelmiyor. Bütün bakışlardan, fısıldaşmalardan, ona acıyan insanlardan ama en önemlisi yansımasından nefret ediyor.

 

Bir tarafı kalın kalın kazaklar giyip saklamak istiyor dikenlerini, en azından başka kimseye batmasınlar diye. Belki kimse halini görmezse, ondan uzaklaşmaları için bir sebep vermezse bir gün tekrar çiçek açar. Diğer tarafı ise kendini bu kadar savunmasız bırakmak istemiyor. Hayır, tüm dikenlerini açıp herkese göstermek istiyor ki kimse ona dokunmaya çalışmasın, istese de dokunamasın. Evet, o halde bir daha çiçek açma şansını da kaybeder ama en azından sahip olduklarını korumuş olur.

 

Ah, kimi kandırmaya çalışıyor ki? Her türlü kaybedecekse bütün bunların hiçbir anlamı yok. Niye çabalasın ki? Zaten her gün kendini yataktan çıkarmak için savaşması gerekiyorsa, tüm günü bulanık bir sersemlik içinde geçiriyorsa, yarı zamanlı çalıştığı kafeye kendini zar zor taşıyorsa… Tek düşünebildiği cildini saran dikenler ve kaybettiği çiçeklerse çabalamanın ne anlamı var?

 

Bugün kafede az kişi var. Dalgın dalgın çalışırken bardaklardaki yansımasını görmezden gelmekle meşgul ediyor kendini, başka bir müşteri gelene dek. O zaman kafasını kaldırıp zorlama bir gülümseme veriyor. Bu sefer gelen pembe saçlı bir kız. Sırtında gitar kılıfını taşıyarak kafeye giren bu kızı hayal meyal hatırlıyor. Eğer beyni uykusuzluktan hayal kurmaya başlamamışsa bu kız haftanın birkaç günü kafenin yanında gitarıyla sokak sanatçılığı yapıyor. Çalışırken kızın şarkılarını duymak her ne kadar eski kulüp arkadaşlarını hatırlatsa da güzel bir his.

 

Fakat şu an onun dikkatini çeken bu değil. Dikkatini çeken ayni kendisindekiler gibi kızın boynunu saran ve kollarından aşağıya uzanan dikenler de değil. Hayır, onun dikkatini çeken bu dikenlerin arasından çıkan küçük orkideler. Yeni filizlendikleri besbelli.

 

Kızın kahvesini hazırlarken o küçük mavi orkideleri aklından çıkarması imkansız. Onca dikenin arasından tekrar çiçek açmayı başarmak…

 

Düşünmeden kızın kahvesini hazırlarken karton bardağa bir orkide ve iki üç nota karalayıveriyor. Niye yaptığından emin değil, sadece yapası geldiğinden yaptığı bir hareket. Kızın tepkisini tahmin etmesi mümkün değil. Hele kızın karalamayı görünce gülmesini, üstüne üstlük kahveyi tutan elinden masmavi bir orkidenin çiçek açmasını ise hiç. Kız kapıdan çıktıktan sonra uzun süre bakakalıyor.

 

Bardakları temizlemeye döndüğünde onu karşılayan yansıma ise gülsüz ama gülen yüzü.

Belki bir gün…

(Visited 10 times, 1 visits today)