Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken eski zamanlarda adı sanı unutulmuş bir köy varmış. Günler geçtikçe bu köy unutulmuş, köy halkı şehre göç etmiş ve artık kimse o köyün var olduğunu bile hatırlamaz olmuş. Ama o köy hakkında hiç kimsenin bilmediği bir şey varmış: Köy terk edildikten sonra orası teknolojinin olmadığı, iyi dostluk, arkadaşlık, kardeşlik ilişkilerinin olduğu tek yer olarak kalmış. Şehirde hayat, teknoloji ile kavgaya ile gürültü ile geçerken köy halkı teknolojinin varlığından haberdar bile değilmiş.
Bir gün o köydeki bir okul, büyük bir şehre gezi düzenlemeye karar vermiş, kendi aralarında bir miktar para toplamışlar. Artık şehre gidecek kadar paraları birikmiş. Valizlerini toplamışlar, hep beraber otobüse binmişler. Gidecekleri yer köylerine 3 saat uzaklıkta olan İstanbul’muş. 3 saat yolun ardından İstanbul’a varan köylü halkı İstanbul’u görünce şok geçirmişler. Herkesin elinde telefon görüp telefonların ne olduğunu anlamaya çalışıyorlarmış. Otellerine varmışlar, herkesin odasında daha önce hiç görmedikleri kadar kocaman televizyonlar varmış. Sabah kalktıklarında kahvaltıya inmişler. Kahvaltıda sipariş vermek istemişler ama siparişi almaya garson değil de robot gelmiş, bizim köylüler ne yapacaklarını şaşırmışlar ve kahvaltılarını yapamadan hemen kendi köylerine gitmeye karar vermişler.
3 saat yolun ardından olanları köy halkına anlatmışlar ve köy halkının desteğiyle teknolojiye ayak uydurmaya ve köylerine modernleştirmeye karar vermişler. Dört ay boyunca hiç durmadan çalışan köy halkı, köylerine adeta bir masal şehrine çevirmiş ve artık herkes onların köylerini ziyaret etmek istiyormuş, oradaki yenilikleri güzellikleri keşfetmek köy yaşamına dair bilgi edinmek istiyormuş. Bu yolculuk hem köyün gelişmesine hem de adının bile bilinmediği köyün artık çok popüler ve turistik bir yer haline gelmesine sebep olmuş.