Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu. Hep içime atarak kendimi yok sayıyordum. Biliyordum yapamazdım böyle, yapmamalıydım. Ama içimde kopan fırtınalara söz geçiremiyordum… İşte böyle başladı her şey. İnsanın içindeki fırtınalar, bazen gözyaşlarına sığmaz, sığamaz. Gözler kurur, dudaklar susar ama içimizdeki çığlıklar hiç durmaz.
Bir karanlık gecede yalnızlıkla boğuşurken, düşüncelerim kıyısız bir denize dönüşüyor. İçimdeki fırtınalar, sessizlikte daha da yüksek çığlıklarla yankılanıyor. Belki de insan, her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla. Duygular, düşünceler, korkular… Hepsi birer zincir gibi boynumuza dolanıyor, bizi kendimize hapsediyor. Zamanla, bu zincirlerin ağırlığı altında ezilirken, ruhumuzun paramparça olduğunu hissediyoruz.
İçimizdeki fırtınalar, sessiz çığlıklara dönüşüyor ve yavaşça bizi yok ediyor. Ağlamak yerine, içimizdeki acıyla boğuşurken, ruhumuzun derinliklerinde kaybolup gidiyoruz. Ama belki de bu kayboluş, insanın varoluşunun bir parçasıdır. İçimizdeki çıkmazları görmek, duygularımızın derinliklerine inmek… İşte bu, insan olmanın bir gereğidir. Ve belki de en önemlisi, bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, içimizdeki fırtınalara izin vermektir.
Gözyaşları, acılarımızı yıkayıp temizlerken, içimizdeki sessiz çığlıkları serbest bırakmalıyız. Ancak o zaman, ruhumuzun derinliklerinde kaybolmak yerine, gerçek bir özgürlük bulabiliriz. İçimizdeki fırtınalara izin vererek, ruhumuzu özgür bırakabilir ve gerçek bir huzura kavuşabiliriz.
Gözlerimdeki son damla yaş da kuruduğunda, içimdeki fırtınaların dinmediğini fark ettim. Ne kadar çok şeyi içime atarsam atayım, içimdeki çığlıklar hiç susmuyordu. Her biri, sessizliği paramparça eden yankılar halinde ruhumu sarhoş ediyordu.
Bir gece, karanlığın en derininde, yıldızlarla kaplı gökyüzü altında yürüyordum. Yalnızlığımı, çaresizliğimi ve içimdeki derin boşluğu hissettim. Rüzgarın çığlıkları kulağıma çarptığında, içimdeki fırtınaların ne kadar güçlü olduğunu daha iyi anladım. Durdum ve gökyüzüne baktım. Yıldızlar, sessiz şahitlerimdi. Onlar da mı içlerinde fırtınalar saklıyorlardı, yoksa sadece sessizce parlayarak mı varlıklarını sürdürüyorlardı?
“Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla.” dedim kendi kendime. Belki de gerçek özgürlük, içimizdeki fırtınalara izin vermekti. Belki de acıyı, korkuyu ve çaresizliği kabul etmek, onlarla yüzleşmekti. Gözyaşlarımı dindirmek yerine, içimdeki sessiz çığlıklara kulak verdim. Onları duydum, hissettim ve kabul ettim. İçimdeki karanlık derinliklere daldım ve her bir çığlıkla yüzleştim. Ve o an, ruhumun zincirlerinden kurtulduğunu hissettim. Artık içimdeki fırtınaları sessizliğe bıraktım. Belki de gerçek özgürlük, içimizdeki karanlıkla barış içinde olmaktır. Belki de insan, her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla, ama içindeki fırtınalara izin verdiğinde, gerçek bir özgürlüğün kapılarını aralıyor.