İş çıkışı sahilde yürümek istedim. Rüzgâr tatlı yüzümü okşarken içim huzurla doldu. Denizin yüzeyinde sektirmek için yerden bir taş almak için eğildiğimde içimde birden hayatla ilgili her şeye karşı bir tiksinti belirdi ve kendimi etrafımdaki her şeyden soyutlanmış hissettim. Bu hissiyat yakın bir arkadaş edasıyla uğrayıp duruyordu bu aralar. Neden bilmem ama bu ziyaretler artık çok da ziyarete benzemiyordu. Daha çok hayatımın başlangıcından beri benimleymiş gibiydi. Ben ya onu görmezden gelmeyi seçmiştim ya da hiçbir zaman hissetmem gerekmemişti, tabii şu ana kadar. Ama alışmıştım artık eskiden olduğu gibi değildi, bu duyguya karşı bakışım. Hayatımın normal bir parçası haline gelmişti ve ben de bu duruma izin vermiştim.
Deniz yüzeyinde sektirmek için aldığım taşı kuvvetli bir savuruşla denize attım. İki veya üç defa sektikten sonra etrafında dairesel dalgalar bırakarak denizin dibine doğru yolunu aldı. Bir taş daha aldım, bu sefer onu daha hızlı ve güçlü bir şekilde fırlattım. Bu defa taş üç veya dört kez sektikten sonra yıllar boyu sahibini hırçın deniz üzerinde taşımış ufak bir kayık gibi battı. O ufak kayığı zihnimde hayata getirirken martıların tiz çığlıklarıyla kafamın içinde daldığım dar kuyudan çıktım. Martıların ritim, gökyüzünün melodi olduğu müzikal birlikteliği izledikten sonra dikkatimi önümdeki sırlarla dolu mavi güzelliğe geri döndürdüm. İki balıkçı teknesi birbirlerine takip edercesine ilerliyorlardı. Birinde Karadeniz havasını çağrıştıran bir müzik çalarken diğer teknenin sakinleri Karadeniz oyunları oynuyorlardı. Ama asıl müziği çalan teknede çok hareket yoktu. İki teknenin de şamatası ve eğlencesi sahil kenarına kadar geliyordu. Etrafımda birçok ses vardı ama Karadeniz şiveli konuşmalar içimi garip bir huzurla kaplamıştı. Çocukluk evine yıllar sonra geri gidildiğinde yaşanan o, nostaljik duygu gibiydi, bu huzur.
Bu huzurla biraz daha yürüme kararı aldım. Açıkçası keyfini çıkarmak istiyordum. O tanıdık hissiyattan sonra iyi gelmişti. Yürüyüşüme sahil kenarında denizin kokusunun uzandığı heybetli çınar ağaçlarının kapladığı yeşillik alanda devam ettim. Güneşin varlığını hissetmez oldum, çınar ağaçlarının yarattığı soğuk gölgelerden. Martıların çığlıkları, o iki teknenin şamatası ve geriye kalan bütün sesler kaybolmuştu, kafamdaki sesler de dâhil. Kendimi çınar ağaçlarının rüzgârla dansından çıkan hışırtısına ve kuşların yarattığı senfoniye bıraktım. Karıncaların kış telaşı ve ağustos böceğinin isyanı bu senfonin en sessiz ama en etkili parçasıydı. Bu senfoninin sessizliğini dağıtan simitçinin bağırışı oldu.