Eve yürürken özellikle botlarımla çamur göllerine basıyordum. Bu
çocukluğumdan beri bir alışkanlığımdı. Yağmur yağdığı zaman asla şemsiye
kullanmazdım, yağmuru yüzümde hissetmek rahatlatırdı beni. Ablam yürürken
bana yan gözle bakıyordu. Ama pek de umurumda değildi. Sonuçta doğum
günüm yaklaşıyordu ve daha önemli şeyler düşünmek zorundaydım. Doğum
günleri benim için hep heyecanlıdır, bunun çocukça olduğunu biraz
düşünsem de benim için bir değeri var. Bunun çocukça olduğunu düşünmeme
sebep olanlardan ilki annemdi. En şaşırdığım şeylerden bir tanesi. O beni doğurdu,
yani demek istediğim… o da bir şey başardı. Bana göre. Ama cidden, acaba
hatırlayan çıkar mı… Annem ve babam, hatta ablam bile kendi doğum gününü
neredeyse unutmuş. Kendilerininkini unutmuşken benimkini nasıl hatırlasınlar?
Ama ben hepsininkini hatırlıyorum. Neden hatırlıyorum acaba…
“Çamura basmayı bırakır mısın artık?”
Ablamın ani sesi düşüncelerimi böldü ama ağzımı açmadım. Pekala, bu biraz
kabaydı. Ben çamura basmayı seviyorum. Bu seni rahatsız ediyorsa uzak
durabilirsin.
Tabii ki de bunu demedim. Diyemezdim. Sevimsiz bir çocuk olurdum o zaman.
–
Eve geldiğimizde ablamın arkasında, o kapı zilini çalarken ben kapının üstündeki
loş beyaz ışığın altında yağmurluğum sırılsıklam bir şekilde sessizce
bekliyordum. Beyaz ışığı pek sevmezdim, bana göre sarı daha iyi.
Kapıyı açan annem oldu. Üstünde her zamanki lekeli mutfak önlüğü vardı. Elleri
kirli diye kapı kolunu dirseğiyle açmıştı. Bir şey söylemeden sadece mutfağa geri
gitti.
Herkesin işi vardı sanırım.
Oturma odasından geçtiğimde babam bile bir şey söylemedi, ikide bir sadece
gözlüğünü düzeltiyordu sadece. Elindeki kalın kitabın kapağının kenarları
buruşmaya ve yıpranmaya başlamıştı. Ben tahta zeminde yürürken sanki bu eve
ilk defa gelmişim gibi etrafa bakıyordum. Bu ortamı gergin hissettiğimde
yaptığım bir şeydi.
Odamın kapısını açtığımda yatağa uzanmaya karar verdim. Yastıklar beni iyi
hissettiriyordu. Yumuşaklar ve çoğunlukla, bana göre… Sarılmak için gayet iyi
arkadaşlar.
Sadece 2 gün kaldı. 10 yaşıma girmeme 2 gün kaldı. Garip geliyor… Zaman ne
ara geçti ya…
Mutluyum, 10 yaşıma girmeme 2 gün kaldı. Ya da pek değilim. Kendimi mi
kandırıyorum acaba… Mutlu muyum bilmiyorum.
Gözlerimi kapattım.
Uyurken bile düşünüyordum. Düşünecek düzgün bir şeyim olmadığı için mi
acaba. Ya da belki yalnızımdır. Düşünmek bazen beni yoruyor. İstemsizce
yaptığım bir şey. Hala düşünüyorum. Az önceki de bir düşünceydi. Bu da öyle.
…
–
10 yaşında mıyım şu an? 10 yaşıma mı girdim ben?
Yataktan kalkıp annemlerin yatak odasına yürümeye başladım. Çorap giysem
bile tahta hala gıcırdıyordu. Annemin telefonunun ekranını açtım. 2 gün
gerçekten de geçmiş. Ama 10 yaşında olmak kendimi garip hissettiriyor. Şimdi
dedikleri gibi yeni bir sayfa mı açmalıyım? Nasıl yapacağım ki bunu? Hayatta
yeni bir sayfa açmak… Hayat bir kitap mı ki? Belki de bu sadece bir benzetmedir.
Hiç böyle olmamıştı… İlk defa doğum günüm bana garip hissettiriyor. Oysaki
bundan önceki doğum günlerimde hep mutlu olurdum.
Tekrar odama döndüm. Boş hissediyordum.
–
Akşam yemeği vakti gelmişti. Işıklar kapalıydı. Ama annem veya babam bana
söylemedikçe bir şey yapmazdım. Bu yüzden sadece oturdum.
Birden annem mutfağa girdi, elinde bir tabak ve üstünde de minik bir kek vardı.
Tabağı masaya koydu. Mum ışığı karanlığı içinde kekin sade kremasını dürüstçe
aydınlatıyordu. Şaşırdım… Hatırlamasını beklemezdim.
Ama her ne olduysa ben mumları üflediğim zaman oldu.
Mutfak tekrar karanlığa büründü. Ama bu biraz alışılmadık bir karanlıktı. Fazla
karanlık. Etrafa baktım ama kimseler görünmüyordu. Işığı açtım. Burası ev
değildi. Daha renkli bir yerdi. Tezgahlarda şeker ve kurabiye dolu kavanozlar
vardı. Hayalim gibi bir yerdi. Ta kendisiydi. Bir tane kavanozu açtım. Şekerler
mükemmelin ötesinde görünüyordu. Benliğinin dışında. Kusursuz olması yasak
gibiydi. Bir tanesini ısırdım. Fazla şekerliydi ama bağımlılık yapıcıydı.
Kavanozu tezgaha bıraktım ve evi dolaşmaya başladım. Koridor biraz karanlıktı.
Odamın kapısını yavaşça açtım.
Odam peluşlarla doluydu, rengarenk ışıklar ve oyuncaklar vardı. Gözleri yoran
renklerdi. Birinin beni izlediğini hissediyordum sanki… Ama burayı sevmiştim.
Çok sevmiştim. İstediğim hayat gibiydi. Hayal bir hayat. Burası gerçek miydi onu
bile bilmiyordum. Ama her çocuğun kendi evini bile özlemeyeceği bir yer
gibiydi.
Başka odaları gezdim, odalarda oyun parkları vardı. Tavanlar yüksekti. Biraz
korkunç gelmeye başlamıştı ve odalar giderek karanlıklaşıyordu. Tehlikede gibi
hissediyordum ama güvende de hissediyordum. Sanki uzun zaman aradığım
şeyi bulmuşum gibi. Burada her şeyi yapabilirdim.
10 yaşıma burada girebilirim.