Kutsal Dağın Tepesi

Kaçıyordum, ama neyden kaçtığımı bilmeden… Fırtınaların ortasında hava kapkaraydı, gözümün görebildiği menzile kadar, ruhum kadar karanlık bulutlar ışığı kovuyordu bu topraklardan. Savrulmuş bir toprak parçasının üstündeyim, ufka kadar tepeler; çoğu çöl, kimininse üzerindeyse nasıl bir cesaretin eseri ise çiçekler büyüyor hâlâ; var olma isteklerinin yarısı bende olsa!

Ruhumun tükenmişliği beni buralara kadar getirmişti işte! Bunalıyordum işte, büyük bir acı içinde hem de… Bu kaderi paylaşan tek ben değildim belki, ama dayanmaya gücüm kaldıysa bile dayanmak istemiyordum. Ne suçumun cezasıydı da bu acılar ruhumdaydı nereye gitsem? Düşünmekten, üzülmekten kalbimin sürekli daralması; yaşamaya, düşünmeye, hissetmeye alışamamam; bir an gitse diğer an geri gelen suçluluk… Bitmez bir mahkeme sanki; suçlu da benim, tanık da hâkim de; merhamet dilenen de, ceza isteyen de… Sürekli kendimi suçluyor, mahkûm ediyor, kendi kendime başka kimseye lâyık görmeyeceğim işkenceleri yapıyorum. Kaç kişi bu kaderi paylaştı, onlar nasıl savaştı? Hele ki yerini bilememek, ah, keşke soysuzun teki olup yerimi bilseydim! En yüksekte miyim, en diplerde mi; bahşedilmiş miyim, lanetli mi; neyim, nerelerdeyim? Duyan yok mu? “Kulağı olan işitsin!”

Ne olurdu sanki akıntıya dayanmasam, bir uçurumdan aşağı dökülsem, bu savaşım bitse artık, geldiğim yere dönsem… İster unutulayım ister hatırlayanım olsun, ne fark eder ki? Yasağı bilmesem, korkuyu hissetmesem bir an bekler miydim?

          “ Doğru sözlüler iseniz, o hâlde ölümü dilesenize!”

Ben dilerim, ancak dileğimi kabul eden yok. O yüzden böyle kaçıyordum bu dünyadan, kaçabildiğim menzile kadar… Sanki bana bir faydası var, kaçtığım o şeyler yüreğimin derinlerinde hâlâ.

Böylece kaçarken çölün ortasında yüce bir dağ gördüm, karanlık onun tepesine ulaşmıyordu. Arkamdan hayat kovalıyordu, biçâre o dağa koştum.

Tepeye vardığımda bulutlar arkamdaydı artık, bu yaşam da öyle… Ama birden dört bir yanımı öyle bir ışık kapladı ki, gözümü açamaz oldum. O Işık sonra önüme geçti, öyle bir huzur, öyle bir mutluluk yayıyordu ki; gördüğüm, hissettiğim en güzel şeydi:

– Tûr Dağı’na çıkacak kadar kaybolan kimdir?

– Benim.

– Kim olduğunu bilir misin?

– Bilsem gelir miydim?

– Bilseydin buraya gelemezdin.

– O zaman söyle bana ey Işık, sırrımı söyle bana.

– O hâlde bil ki, buraya geldiğin yoldan yalnızca sen yürütülmedin.

– Kim yürütüldü?

– Çok sevilenlerdendi o, doğru yolu bulmak istiyordu, buldu da, bir daha sapmamak üzere hem de. Şüphesiz burası kutsal bir yerdir.

– Kastettiğin yolu bilirim. Bana söyleyeceğin var mıdır?

– Sana o acıları çektiren, kurtulmaya çalıştığın o şeyi bilir misin?

– Bilmez miyim?

– İşte o senin vicdanındır. O sana yolunu şaşırma diye verildi. Hâlâ anlamaz mısın?

– Neyi anlayayım?

– O vicdanın seni hem burada, hem de buradan sonra koruyacaktır. Lanet vicdanından kaçanlara olsun!

– …

– Buluttan nem kapan kalbini bilir misin?

– Bilirim.

– Onun içini ebedî sevgiyle doldur. Diğer sevgiler sahtedir, hâlâ anlamaz mısın?

– Neyi anlayayım?

– Diğer sevgiler o sevginin yansımasıdır, ama o sevgi seni en çetin fırtınalardan ve de kovulandan korur. Aklını bilir misin?

– Bilirim.

– O akıl sen çevrendekileri gerçekten gör diye verildi, hâlâ anlamaz mısın?

– Neyi anlayayım?

– Her şey ders çıkarın diye yaratıldı, ders çıkarıp O’ndan korkanlara ne mutlu!

– …

– Artık git, burada işin kalmadı senin. Kaçtığın dünyaya bir sebepten geldin, herkes gibi. O seni unutmaz, sen de O’nu unutma ki kurtulanlardan ol. Ayrıca sanma ki bundan önce unutulmuştun. İçinde O’nun sevgisini taşıyanlar unutulmaz. Hem de hatırla ki alışamadığın bu dünya geçicidir, acıların bedeninle birlikte bu dünyada kalacak.

– Peki, dediğin gibi olsun. Ama sen de kimsin? İsmini bahşet de, son gün geldiğinde seni hatırlayayım.

– Ben Ruh’um, inananlara huzur veririm.

– Ey Kutsal Ruh, Rûhu’l-Kudüs, bana bu dünyada ve diğerinde huzur ver!

– Bunu sen belirleyeceksin. Beni ve seni yaratan, sen O’nu unutmadıkça ant olsun seni koruyacak.

– Ant olsun ben ne seni, ne de seni ve beni yaratanı unutmayacağım.

O dağdan ayrılırken ruhum hafiflemişti. Vicdanım, kalbim, aklım; beni yarı yolda bırakmayın artık!

(Visited 10 times, 1 visits today)