Arabanın kapısını yavaşça kapattım ve etrafıma baktım. Koşup oynadığım sokaklara, takılıp düştüğüm kaldırımlara… Uzun zaman geçmişti, hem de çok uzun bir zaman. Ama yine de bir şekilde buraya getirmişti beni hayat, doğup büyüdüğüm mahalleye.
Arabamı mahallemizdeki hastanenin yanına park etmiştim dur up eski binayı incelemeye başladım. Önünde durduğum yapı Ankara’nın en eski hastanelerinden birine aitti. Eskiden beyaz olan duvarları önce bordoya benim zamanımda ise açık yeşile boyanmıştı. Annemin anlattığına göre anneannem de gençliğinde bu hastanede yazman olarak çalışmıştı. Biraz daha ilerlediğimde hastanenin arka bahçesinde kalan parka çarptı gözlerim. Annemle pazar sabahları yaptığımız yürüyüşlerde ne zaman buradan geçsek annem bana anneannemin işten çıkmasını beklerken bu parkta oyun oynadığı zamanları anlatırdı. Bu mahalle sadece benim değil aynı zamanda annem ve anneannemin de doğup büyüdüğü mahalleydi.
Biraz daha ilerledikten sağa saptım ve dükkanların bulunduğu caddeden yürümeye başladım. Önce caddenin başındaki kırtasiyeye takıldı gözlerim. Burayı yaşlı bir amca işletirdi eskiden ancak şimdi dükkan terk edilmiş görünüyordu. Kırtasiyenin hemen yanındaki dükkansa hala eskiden olduğu gibi yufkacıydı. Biraz daha ilerledikten sonra önüme bir market çıktı. Peynirci Market derdik biz buraya, şimdi ise adı her yerde olan zincir market adlarındandı. Marketin hemen karşısında ise bir park duruyordu bu parka da marketten dolayı Peynirci Parkı olarak çıkmıştı. Bu park da küçükken gitmeyi en çok sevdiğim parklardan biriydi. Her gün öğleden sonra bakıcımı zorla buraya gelmeye ikna eder ve saatlerce sıkılmadan koşup oynardım. Parkın içine doğru yürüdüm ve bir banka oturup biraz etrafı seyrettim.
Yarım saat kadar parkta oturup insanları izledikten sonra yeniden yürümeye başladım. Bu sefer tren yolundan yürüyordum. Ben küçükken mahallemizde ne yürüyüş yapmak ne de bisiklet sürmek için pek alan yoktu, -hatta bu yüzden bisiklet sürmeyi yaşıtlarıma göre daha geç öğrenmiştim- böyle aktiviteler için ne kadar ideal olmasa da genelde bu yolu kullanırdık. Salı günleri ise tren yolunda pazar kurulurdu. Bazen sadece anne ve babamla vakit geçirmek için pazara giderdik hiçbir şey almasak bile. Tezgahlar arasında koşmaktan çok keyif alırdım zaten.
Yürürken kendimi bir anda fazla tanıdık bir yerde bulmuştum. Evimizin önünde… Küçükken de renginin sarı mı yeşil mi olduğunu karar veremediğim bu bina yine aynı şekilde karşımda duruyordu. Neredeyse hiç değişmemişti, bahçesindeki küçük dut ağacı bile hala oradaydı. Bu ev o zamanlar mahallenin en güzel evlerinden biriydi aslında, annemin hayaliymiş bu ev. Aldığımızda da çok sevinmişti her yeri özene bezene dekore etmiş, gören herkesin hayran olduğu bir yuva yaratmıştı. Ancak zaman ilerledikçe bu ev bize yetersiz ve eski gelmeye başlamış, ben on üç yaşındayken de büyük bir bıkkınlıkla ayrılmıştık bu yerden.
Düşündüm… Doğru düzgün veda bile etmeden, anılarımızı arkamızda kaçarcasına bırakıp gitmiştik bu evden. 9 yılımı geçirmiştim ben bu evde, kardeşim bu evde doğmuştu mesela, evin her odasında her köşesinde her santiminde bir anımız vardı. Gözümden bir damla yaş aktığını hissettim. Hatırladığım ilk evime baktım, sevgi ve özlemle…