Günlerden 1 Ocak 2024’tü. Yeni bir yılın gelişiyle beraber yeni bir sayfa açılmıştı. Bu yeni sayfa yeni ufuklar, yeni işler, yeni olanaklar demekti. İnsanlığın dünya üzerinde oluşunun yeni bir yılı daha olduğu demekti. Bunca zaman sonra yeniden bir şansı vardı belki de insanoğlunun, kendi yarattığı çöplüğü temizlemek için. Yeni bir yıl değil mi, sonuçta yeni işler başarmamız lazım. Ancak bunun diğerlerinden ne gibi bir farkı olabilir ki artık? İnsanlığın bir şeyler başarmaya çalışmadığı, “kimse görmez, fark etmez sonuçta” zihniyetiyle hareket ettiği bu asırda, hırs duygusunu eseri olan, yok etmekten başka bir şeyden anlamayan bu insanlar nasıl olacaktı da bu hayallerimizde yer alan kusursuz dünyayı yaratabilecekti.
Bu yeni yılın insanlara faydası dokunmadığı gibi, insanların dünyayı kirlettiği gerçeğini kabullendikten sonra biraz da olsun neşelenmek için televizyonu açtım. Her kanalda farklı bir coşkuyla yeni yılın gelişi kutlanıyordu.
İstanbul’da Boğaz rengarenk ışıklarla süslenmiş, etrafta havai fişekler uçuşuyormuş. Haberi izledikçe adeta huzur dolu bir ortam varmış gibi hissettim. İlk defa İstanbul’da kavga gürültü yoktu. Herkes barış içinde tek bir şeye odaklanmıştı. Tek bir amaç olan yeni yılı kutlamak için toplanmıştı. Bu barışçıl ortam insanın içini ısıtıyordu. Bu kadar kargaşa ve gürültüden sonra barış bir müzice gibi geliyordu. Sanki bir anda; insanların herhangi bir amaçla belki de dürtüsel olarak karşısındakine karşı tuttuğu silahlar inmiş, beyaz bayraklar çekilmişti. Bir o kadar da tuhaf ama aynı zamanda gerçekti. İstanbul’da barış vardı.
Diğer kanala geçtim. İçimdeki barışın kanatlanıp gitmesine rağmen bu kanalda da güzel haberlerle karşılaşacağıma karşı bir umudum vardı. Çok bilinen başka bir haber ajansının haberiydi. Çil çil altınların parlaklığıyla gözlerimin acı içinde kıvranmaması beni şaşırtmıştı. Oysa ki ne zaman bu kanala denk gelsem hükümetin açgözlülüğü yüzünden ne sahtekarlık ne dalaverelerle aldığı o paralara ait haberleri izlerdim. Üstelik bir de halka gösterişle övünmesi gerekirdi ama şimdi bu kanalda insanların sade ve öz yaşantılarından bir haber vardı ve bu yine çok şaşırtıcı bir gerçekti. Ne olduysa artık bu açgözlü insanların yerine gözü tok olanları gelmişti. En azından şimdilik. Bir süreliğine hırsızlıktan uzak, sahtekarlığın olmadığı bir dünya oluşmuştu.
Farklı bir kanalda farklı bir haberle karşılaştım, Antalya’da bir şenlik varmış. Ama bu her zamanki insanların kendi zevkleri uğruna çevreye zarar verdiği türden değilmiş. İnsanların acımasızlığı ardında bıraktığı, yok olma eşiğine gelen bu kadim doğanın kanunlarına saygı duymak adına yapılan bir çalışma. Doğanın, bizim ve her canlının üstündeki önemini sonunda bazıları anlamıştı. Doğa bir kez daha eski neşesine kavuşmuştu sanırım, uzun bir süreden sonra biraz da olsa nefes alabiliyordu. Bu canlılığın neşesi aynı zamanda yayılıyordu. Hayvanların da katledilmediği bir gündü o gün. Biraz kulak verseydik aslında doğaya anlayacaktık, doğanın sevgisini.
Başka bir kanala geçmemle beraber yine olağan dışı bir olayla karşılaşmam bir oldu. İnsanlık yine bir amaç uğruna toplanmıştı. Geçen yıllarla beraber ülkemizde depremler, yıkımlar, kayıplar artmıştı ve artık bunlar saklanılamaz ve kaçılamaz bir durum haline gelmişti. Ama o gün herkes birbirine bir el uzatmıştı. Karşısındakine bir el olmak yerine, bir el açmışlardı. Bunca haberden sonra yardımlaşmanın ölmediğini görmek gözlerimi yaşartacaktı.
Ve başka bir kanal daha… Karşısındakini ezmekten keyif alan, her şekilde kendini diğerlerinden ayrı ve çok daha üstün gören bir milletin; din, dil, ırk fark etmeksizin sanki eşitmişçesine eğlendikleri bir haber daha vardı. Meymenetsiz insanların üstünlük taslamasına alışmış biri olarak bu manzara da ağzımı açık bıraktı. Oysa ki bu insanların hiçbir şeyden memnun olmaması, her şeyde eleştirecek bir şeyler bulması gerekirdi. Birbirinden şaşaalı olan bu insanlar bırakın diğerleriyle eşit olduklarını düşünüp onlarla beraber vakit geçirmeyi, dünya yansa insanları aşağılamaktan vazgeçmezlerdi. Eşitliğin var oluşuna tekrar şahit olmuştum.
Bu haberler ne kadar güzel olsa da bu dünyanın gerçek yüzünü temsil edemezdi. Birkaç güne kalmaz bu umut dolu haberlerin yerini kasvet alacaktı. Herkes eski monotonluğuna dönecekti. Çam ağacının altındaki hediyelerden bir sihirli değnek çıkıp dünyayı düzeltemeyecekti veya o hediyeler teker teker açılınca insanlığın bu hastalığına çözüm bulunmayacaktı. Belki de Pandora kutusunu açmasaydı bu kötülükler ve hastalıklar dünyaya yayılmayacak ya da gelmeyecekti. Tüm sorumluluğu Pandora’ya yükleyebilsek ne kolay olurdu. Sonuçta en çok da bu işte başarılıyız.