“Çok uyumak kaçmaktır, uyumamaksa yakalanmak.” Neden kaçmak? Neye yakalanmak? İnsanoğlu hissettiği duygulardan, özellikle de kötü olanlardan kaçışın tek yolunu bütün vücudunu belirli bir süreliğine kapatmaya mahkum bırakmak olarak görecek kadar güçsüz müdür? Bu sözü ortaya atarak Freud belki de yıllar boyu yaptığı psikolojik çalışmalarının bir sonucunu ortaya koymuştur. Belki bizlerin biraz durup da kendi davranışlarımızın sonuçlarından çok sebeplerini sorgulamamızı istemiştir.
Yoğun ve yorucu geçen günlerin sonunda, hissetmek istemediğim duygular hissederken ve en çok da yüzleşmek istemediğim gerçeklerle baş başa kalınca yatağıma sığınırım. Kafamı yastığa koyduğum zaman her ne kadar kendimle konuşmak için daha büyük bir fırsat ortaya çıkmış olsa da gözlerim birkaç dakika geçmeden ağırlaşmaya başlar. Bazen bu duygu ve düşüncelerin ağırlığını onlar mı yüklenir diye düşünürüm. Beynim ve kalbim karşılaşmaktan ve yüzleşmekten korktuğu şeyleri ben onlara anlatmaya çalışırken, elini yakacak kadar sıcak bir şeyi tutmaya çalışmak misali bunların hepsini gözlerime atarlar. Böylece gözler kapanır, bilinç durur. Kaçmayı başardık mı? Kısmen evet. Peki ya sonrası? İnsan gerçekten görmek, duymak istemediği şeylerden uyuyarak kaçabilir mi? Sanıyorum ki böyle bir şey gerçek olacak olsaydı birçoğumuz hayatının yüzde doksanını uyuyarak geçirirdi. Sağlıklı bir insan olarak günde 8 saat uyuduğumuzu düşünürsek aslında günümüzün çoğunu uyanık halde geçiriyoruz. Öyleyse yakalanmak hayatımız boyunca bizim için hep tercih edilen olmuştur. Veya zorunda bırakılmışızdır. Sonuç olarak psikolojimizin sorunlarımıza yakalanmayı tercih edecek kadar cesur ve güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kötü hissettiğimiz zamanlarda bu hisleri gözlerimize taşıttığımız zamanları da unutamayız. Kaçtığımız şey kötü duygulardır, istemediklerimizdir. Bunu bir ebelemece olarak düşünürsek koşmayı uyumak, çok koşup yorulduktan sonra artık durup yakalanmaya razı olmayı da uyumamak olarak adlandırabiliriz. Aslında beynimizin bu beladan, kötü duygulardan, kurtulmaya çalıştıkça içten içe kendini bitirdiği çok açık. Gerçek hayatta uyuyup dinlenirken beyninin koştuğunu düşün, durum tam olarak bundan ibaret.
Hayatın peşine ne kadar çok düşersen, seni peşinden o kadar koşturur. İçine girdikçe hayal kırıklıklarıyla, yalanlarla, sahteliklerle ve kötülüklerle yüzleşmek zorunda kalırsın. Bu yüzden yaşamayı ne kadar çok seversen uyumayı da o kadar çok seversin belki de. Hayat gibi bir karmaşanın içinde katlandığın ve maruz kaldığın milyonlarca şeye de, sırf hayatın bir parçası diye çok önem vermeye kalkarsan işte o zaman bir kez uyuyup bir daha asla uyanmamak istersin. Çünkü her uyandığında yeni şeylerin farkına varır, daha kötü şeylere yakalanırsın ve bu döngü tıpkı hayat gibi asla bitmez. Bu da hayatın tezatlarından biridir. Yaşamak için midesini yemek, beynini de bilgiyle doyurması gereken biz insanlar; yaşadığımız dünya düzeni içerisinde ne kadar çok doyarsak aynı oranda zehirleniriz. Her şeyin fazlası zarar, sözünü ortaya atan kişiyi çok doymuş bir insan olarak görebilirsiniz. Öyle ki beynini doldurduğu bilgilerle, hayatla ilgili çok hazin bir bilgiyi ağzından çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu çok acı bir durumdur. Çünkü hayata en faydalı olan insanlar hep bu kötülüklere yakalanmak durumundadırlar. Çünkü artık uyumak ve kaçmak onların sorununa bir çözüm değildir. Zaten bunları düşünürken çok kez ve fazlaca uyumuş, en sonunda koşmaktan yorulmuşlardır. Artık onlar için uyumak ızdıraptan başka bir şey değildir. Ta ki bilinçlerindeki çatışmaları, karamsarlıkları ve kötülükleri dışarıya atana dek.
Çok görmek, çok öğrenmek, çok bilmek ve çok gezmek insan için her zaman doyurucu ve tatmin edici oldu. Ne kadar dolu bir hayat yaşarsak insan olarak da o kadar dolu olacağımızı düşündük ki bunda haklıydık. Sadece dolan her şeyin bir gün taşacağı ve her şeyin olduğu gibi belki de beynimizin ve kalbimizin de sınırları olduğunu unuttuk. Uyurken bile sonu gelmez koşu yarışlarına girdik, gün geçtikçe kovalayanlar arttı ama biz tek bedenden ibarettik. Bilmemeyi hor gördük ve bildikçe tükendik. Çok koşup yorulanlardan Gorki de bunu şöyle dışarı atmış: “Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun.”