Kendimi bildim bileli, güvenli bir sığınak aradığımda her zaman bu kütüphaneye yönlendim. Nedenini bir türlü anlayamadım. Karamsar bir cumartesi akşamı, yine kendimi ahşap kokulu kitaplıkların arasında buldum. Elimde merak ettiğim birkaç kitap vardı ve kitaplıkların arasında dururken birden gözüme bir baba ile kızı ilişti. Aralarındaki bağ öyle güçlüydü ki aklıma babamla benim böylesine bir bağa sahip olduğum zamanlar geldi. O zamanları gerçekten çok özlemiştim.
Kitaplıkların arasında dolaşırken birden gözüme, babamla okumaktan en çok zevk aldığımız kitap olan “Cehennem” ilişti. Kitabı elime aldım, daha önce kütüphanedeki baskısını birçok kez okumuş olsam da, bu kitap farklıydı; yeni bir basımdı. Tekrar okumaya karar verdim.
Sayfalar arasında dolaşırken kitaptan çıkan seslerden dolayı, kitabın yeni ve okunmamış olduğunu anladım. Kitabın 101. sayfasını açtım çünkü asıl sürükleyici kısım orada başlıyordu. 18. bölüme başladım ve okumaya devam ettim. 21. bölüme başlamamla beraber elimin altında bir burukluk hissettim. “Kitabın 120. sayfasına geldiğimde el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası gördüm. Yazının altında ‘cerca trova’ yazıyordu.” Kelimeleri okur okumaz tüylerim diken diken oldu. Bu İtalyanca’da “ara ve bul” demekti. Hemen aklıma babacığım gelmişti; bir umut numarayı aramaya karar verdim.
Telefon çaldı, çaldı ve bir ses geldi; aylar önce vefat eden babamın sesiydi. “Kızım” diyordu. Ne kadar da özlemiştim onun sesini. Duyduğum cızırtılardan sesin kayıt olduğunu anlıyordum ama yine de duymak içimi ısıtmıştı, kendimi güvende hissettirmişti.
Telefondaki ses devam etti, “Umarım ki bu numara senin eline geçmiştir, yine de işimi garantiye almak istediğimden bulmacalarımı biraz zorlaştırdım. Sadece senin bilebileceğin bir ip ucuyla tüm hayatını değiştirebilirim, sadece dikkatli dinlemen gerekli, mümkünse not alabilirsin.”
Ne demek istediğini anlamıştım ama yine de söylediklerini not almaya başladım. “Ara ve bul, hayatın gizemi burada, ufak bir detay var çok sevdiğin çizgilerin arasında, yeşil üstü beyaz var. Gösteriyor tam burada bir kıyametin habercisi ama bulunuyor arayınca, aslında tam rafların altında.” Mesajın bittiğini anladığımda kalemimi yere bıraktım ve telefonda babamın bana bıraktığı belki de son sözleri duydum: “Kızım, benim seni çok seviyorum, bunu asla unutma. Görüşürüz…” Ben de “Seni çok seviyorum” diye fısıldadım, boğazımda oluşan düğümün üstesinden gelmeye çalışarak.
Tekerlemede bahsettiği şeyleri anlamaya çalışarak doğruldum ve eve gitmeye karar verdim. Kütüphaneden çıkmadan önce kitabı da aldım, belki içinde bir şey bulurum umuduyla. Soğuk bir kış günü olmasına rağmen ev sıcaktı. Evde annem ve ben kalıyorduk. Odasına gittiğimde uyuyordu. Babamın vefatının ardından kendinde değildi. Onu biraz daha iyi hissettirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştım.
Evimizin içinde babamın özenle yaptığı küçük bir kütüphane de vardı ve burası evin içinde, belki babam yaptı diye düşündür, en sevdiğim yerdi. Küçük kütüphanenin içinde yürürken birden rafların altında ayağım bir şeye takıldı ve düştüm. Ne olduğuna bakmak için kutuya doğru yöneldim. Kutuyu açtım ve kutunun içinde küçükken (tahminen anaokulunda) yaptığım “mükemmel” eserler duruyordu. Kutunun içindekileri yavaşça çıkardım ve altında “187.” kazınmıştı. Bu sayı ne olabilir diye düşündüm ve hâlâ elimde duran kitaba baktım. 187. sayfayı açtı ve sonuna kadar okudum; sayfanın sonunda bana babamın defalarca kez anlattığı tablo olan “Battaglia di Marciano”nun adı geçiyordu. Bu tabloyu evimize de asmıştı babam. Girişin tam karşısındaki odanın sol duvarındaydı. Tabloya bakmaya gittim ve detaylarını incelemeye başladım. Çerçevenin köşesinden bir kağıt çıkıyordu. Merak edip çıkardım. Üstünde tabloyu çevir yazıyordu. Tabloyu kaldırdım ve bir kasa gördüm, içinde ne olduğunu merak ettim ama kasa anahtarlıydı. Anahtarın nerede olduğunu tam olarak biliyordum: Boynumdaki kolyede. Kolyeyi denedim ve işe yaradı. Kasayı açmamla birlikte şok oldum. İçeride yüklüce bir para vardı ve babamın bir takım kişisel eşyaları.
Bu paralar bana babamı bir daha getiremese bile benim için bunları düşünüp hazırlamış olmasının çok daha anlamlı olduğuydu. Sesini son bir kez duyabilmek, onunla sevdiğimiz kitabı tekrar okuyabilmek çok güzel bir histi. Ama anlamlandıramadığım bir şey vardı: Bu para nereden geliyordu? Sabah olunca anneme sormaya karar verdin. Sabah annemle kendime bir kahvaltı hazırladım ve annemi uyandırdım. Masaya oturdu ve ona sordum “Anne, babamla benden sakladığınız bir şey mi var?” Annem ise cevapladı, evet, ama galiba bulmuşsun diye. Ben nasıl anladın diye sordum, annem ise gece baban söyledi dedi bulmuşsun. İnsanların geceleri ölen yakınlarıyla konuştuklarını duymuştum ama nasıl olacağını anlayamamıştım. Yine de psikolojik olarak iyi bir durumda olmadığını bildiğimden fazla üstüne gitmedim. Sadece bir soru sordum, “Neden, benden bunu neden sakladınız?” O da bana “Büyüyünce anlarsın” dedi. Gerçekten de bu söylemden nefret ediyordum ama yine de umursamayıp ikimize birer kahve koydum. Annemin yüzünde aylardan sonra tekrardan gerçek bir gülümseme belirdi ve “Anlarsın…” dedi.