Montaigne’in öne sürdüğü, “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil, budalalıktır.” argümanı, bireyin kendiliğiyle barışık olması ve özüne sadık kalmasının önemini vurgulamakla beraber, fazla alçak gönüllülüğün saçmalığına dikkat çeker.
Benim görüşüm, Mevlana’nın “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol.” görüşüne ters düşüyor ve temelde bu dünyada hiç olmayı değil, her şeye rağmen kendin olmaya çabalamayı barındırıyor. Mevlana’nın bu dünyada herkesin bir şey olmaya çalıştığı gözlemine katılmakla beraber, bunun yanlış olduğunu ima etmesini haklı bulmuyorum. Neden bir şeyler olmak istememeli insan sorusu, buradaki asıl problemi açıklar nitelikte bence. Elbette bu soruya verilebilecek oldukça fazla cevap bulunabilir, ve bu cevapların çoğunun niteliğini inançla ve bu dünyanın geçiciliği ile ilişkili olacağını tahmin edebiliyorum. Tarihteki Mevlana da içlerinde olan birçok düşünür, bizim fani dünyamızın yüzeyselliğine dikkat çekmekle kalmamış, tek gerçeğin o ideal ruhani dünya olduğunu savunmuştur. Bu semavi dinlerden çok önce dahi var olan bir görüşüm tezidir aslında. Platon’da da gördüğümüz materyal dünyanın ve getirilerinin (örneğin meslekler, çalışmak, sahip olmak, hırsla daha fazlasını istemek vb.) hakikatten uzak ve hatta hakikatten uzaklaştıran olgular olduğu, ve tek gerçeğin maddi evrenin üstünde bir ‘idealar evreni’ olduğu düşüncesinin Mevlana’nın da bu sözü söylemesinin arka planında yatan düşünce olduğu görüşündeyim.
Benim yaşam görüşümün şekillendiği nokta, temel inanışımız ne olursa olsun bu dünyadan kopmamak, bir şeyler olmak istemenin kötü değil, tam aksine bizi var eden ve belki de yaşama tutunmamızı sağlayan amaç olduğunu kabullenmekle birlikte ruhani olmayana da hak ettiği önemi vermektir. Dünyevi olanı olumlamanın gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir benim nezdimde. Özellikle de kendi potansiyelinize ulaşma yolunda ilerleyerek hedeflerinizi ve kendinizi gerçekleştirmeyi hedef bellemek ve bu yolculukta attığınız adımları çekinmeden dile getirebilmek, kendinizi utanmadan, sakınmadan gösterebilmek, kendinizi var etme yolunun mihenk taşı olmalıdır. Kendini özünden az göstermek ancak, ki bu dünyadan elini ayağını çekerek kendinden ve yaşamdan uzaklaşmaya yüz tutmuş bir insanın göstereceği bir davranıştır.
Bu dünyada yer edinebilmenin birincil şartı kendinizi sahiplenebilmektir ve tam da bu yüzden dünyayla, yaşamlarının en çok da kendisiyle barışık olmayı önceleyen bir kişi kendini tüm benliğiyle sahiplenebilmeli ve öz saygısını asla kaybetmemelidir. Bu benim temelde Montaigne’in öğretisinden çıkardığım sonuçtur.
Öyle ki, yaşamımız hangi çizgide ilerliyor olursa olsun, kendimizi asıl olan haliyle var ederek, kibir boyutuna ulaşamayacak şekilde benliğimizi sergileyebilmek çok değerli bir erdemdir. Fazla tevazu yalnızca, insanın kendine olan saygısıyla birlikte çevresiyle ilişkisini, toplumdaki yerini günden güne yok eden bir budalalık çeşididir.