Sokakta geç saatlerde yürüyordum. Parktan eve giderken ayağım kaydı ve çalılığa düştüm. Alacakaranlığın sessiz ışığında kendimi, varlığını yalnızca şanslı bir azınlığın bildiği gizli bir bahçede dolaşırken buldum. Bir köşeyi döndüğümde gözüme bir renk cümbüşü çarptı ve orada, çiçek açan çiçeklerden oluşan bir çağlayanın altında nefes kesici bir manzara vardı. Titizlikle işlenmiş bir çeşmeydi, suları yumuşak ay ışığında zarafetle dans ediyordu. Çok temizdi. Eski ancak temiz.
Çeşme sadece bir yapı değildi; Karmaşık oymalarla süslenmiş ve yukarıda asılı duran peri ışıklarının yumuşak ışıltısıyla yıkanmış bir başyapıttı. Bu eski Roma’dan kalmıştı. Yaklaştıkça, çağlayan suyun rahatlatıcı sesi, hoş kokulu esintiye eşlik ederek, duyular için büyüleyici bir senfoni yarattı. Susamış olmama rağmen hiç su içmedim, sadece suya değdim. Ortada narin nilüferlerle çevrelenmiş sakin bir tanrıça heykeli ortaya çıktı.
Gözlerimi alamadığım için kendi kendime fısıldadım: “Bu gördüğüm en güzel şeydi.” O saniyeler beni çok etkiledi. Sanat beni şaşırtmıştı. İmkansız sanki karşımdaydı. O günden sonra her üç günde bir o çeşmeye uğrayıp onu 1 saat boyunca izledim. Bir gün kendi çeşmemi ya da benzer bir yapı yapabileceğimi fark ettim.
Tüm hayat birikimimi dev ve güzellik kaynağı bir çeşmeye harcadım. Hayat birikimi harcamıştım ancak mutluydum. Hayata gözlerimi onu yaptıktan 70 yıl sonra kapadım ancak mutlu öldüm. O sonsuza kadar orada kaldı. Ve çocuklarım onların çocukları onu geliştirdi. 2500‘lerde kalmış olan en eski şeydi. Bu beni çok gururlandırmıştı. Hayatım o ve gördüğüm o çeşme ile anılmıştı. Bu işte görülebilir en güzel şey.
Sonsuz Güzellik
(Visited 9 times, 1 visits today)