Bundan yüz sene öncesini şu an yaşayıp da görmüş olan kaç kişi var? Belki on, belki yüz kişi. Peki nedir bu “yüzün” önemi? Yüz yılda ne değişebilir ki diyebilirsiniz ama Türk tarihi ve sekülerizmi için atılmış en önemli adım bundan yüz sene önce atıldı. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti çeşitli politik savaşlara katıldı ya da bir takım ilerleyişler oldu ancak hiçbiri cumhuriyetin ilanının önemi ve namının yanından bile geçemedi. Cumhuriyet özgürlüktür, yaşamın soluğu, bir bitkinin güneşinden farksızdır gibi cümleler zaten kulağa tanıdık geliyor ama bunun böyle olduğuna en güzel kanıt halen daha cumhuriyetten önemli bir diğer politikal değişimin gerçekleşmiş olmamasıdır. Önemliden kasıt şudur ki bir şey hayati bir dönüm noktasıysa önem arz edenler kategorisindeki en temel yapıdır. Cumhuriyet de insanın anne karnındaki plasentası gibidir. Her bir eylemin vesili odur.
Benim dedem Kurtuluş Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nda tuğgeneraldi. Anılarından bahsederken gözleri dolar, şu kelimeler ağzından dökülür “vatan yahut Silistre” bunu söylerken elindeki siyah beyaz Polaroid fotoğraftaki Harp Akademisi’nde birlikte büyüdüğü arkadaşının yüzünü okşar… Cumhuriyet bir tablo olsa Salvador Dali’nin sürrealizmi kadar sürreal, Leonardo Da Vinci’nin fırça izleri kadar keskin ve yek olurdu. Bir neslin ve binlerce insanın sizin geleceğiniz için hayatını feda ettiğini düşünmek zor ama gerçek… Akıtılan kanların karşılığını vermek için, verilen emekler boşa çıkmasın diye Atatürk Türk gençliğine armağan etti cumhuriyeti. Cumhuriyet ilk olarak Fransız Devrimi’nden ortaya çıkaraktan dünyaya kök salmış, o zamanların aydın devletlerinin sahip olduğu bir yönetim biçimiydi. Bir milletin yönetim üzerindeki etkisini, insan haklarını temsil ediyor cumhuriyet. Monarşi, her ne kadar dağınık durumdaki bir devleti kalkındırıp coğrafi sınırlarını genişletmek için mantıklı gözükse de bu yönetim insan haklarını yok sayarak basit bir biçimde hiyerarşi yaratıyor ve halkın yönetimdeki söz alma hakkını kısıtlıyor. Elleri prangalarla bağlı ve daha da kötüsü ellerindeki prangaları fark etmeyen bir halktı Osmanlı. Atatürk kendi özgürlüğünü bile kısıtlamayı müstahak gören bir halkı cumhuriyetin yüzüncü yılının önemini benimsemiş bir halka çeviren bir bilge, lider, kahramandır. Benim için cumhuriyet birçok anlama gelir ancak vicdanım sadece Mehmetçiklerin cephedeki feryatlarını dinler. “Cephanelik bitti, İtilaf devletlerinin zırhlıları boğazı kapladı” derken ölüme koşa koşa taarruza çıkan Mehmetçik de bu ülkeyi kuranlar kadar vefalıdır.
“Mavi bir boğazdayım; gözlerim buğulu, yüreğim bir nih yığını; yürüyorum naçiz vücudum seyrelirken. Önümde bir adam, ya istiklal ya ölüm diyor, ben yürüyorum ışığa doğru… Elimden düşen bir not parçası dereyi boyluyor, derenin altında yatan gençliğe bir kuple siniyor ve yüz yıl geçse de o serzeniş, coşku, istirhamın ve karalılığın devam ettiğinin kanıtı okul töreninde minik Ahmet’in okuduğu şiirdeki şu sözlere bırakıyor kendini ‘Ya istiklal ya ölüm.’”