Etrafı demir parmaklıklarla çevrili, on milyonu
aşkın nüfuslu bir ülke… İçerisinde korkmuş
gözler, savaşmaktan yorgun düşmüş bedenler,
açlıkla mücadele eden kuru dudaklar sıkıca
kapatılmış, adeta mühürlü… Konuşmak
imkânsız. Ağır baskıdan kıpırdayabilmek
mümkün değil. Kafaların içindeki düşünceler
bile bir çekimserlik içinde dışa
aktarılıyor. Kelepçelenmiş zihinler perdelenmiş
fikirler Parmakları biraz olsun aralamak
isteyen bir avuç insan ama çabaları boşa…
Renkler böylesine karanlıkken bir çift mavi
gözden süzülen ışık parmaklıkların arkasındaki
insanlara, düşüncelere umut oldu. Zincirler
kırıldı kelepçeler çözüldü. Gökyüzünün
renginin mavi olabileceğini yeniden keşfeden
bir halk vardı nihayet. Bu dönemde ülkenin
başındakilerin bile kabullendiği Avrupa
ülkelerinin boyunduruğu altında yaşama
fikrine karşı bir direnişe yol açmıştı bir çift
mavi göz. İlk önce bu yobaz anlayışı yendi
Atatürk. Düşmanlardan önce yenmesi
gereken ilk şey de buydu. Onca engel çıktı
karşısına: Tutuklama emri, suikast girişimleri
ve daha niceleri. Vatanı için durmak bilmedi
Mustafa Kemal Paşa. Ülkem için canımı
veririm diyor ve ölüm döşeğine geldiği
durumlarda bile durmadan mücadele ediyor
cepheden cepheye koşuyordu. Ülke içindeki
yobaz zihniyeti yendikten sonra sıra düşman
kuvvetlerindeydi. Ülkenin dört bir yanı işgal
altındaydı.
İngilizler, Fransızlar, Ermeniler, Yunanlılar ve
İtalyanlar. Bütün bu işgalci devletlerle ayrı ayrı
cephelerde mücadele etti Mustafa kemal ve
silah arkadaşları. Kararlı bakışlarıyla ışıldayan
gözleri, çelik gibi güçlü iradesi, en zor
zamanlarda bile ortaya koyduğu cesareti ve
hep bir adım önde olmasını sağlayan zekâsıyla
korku salmıştı düşmanın yüreğine.. Büyük bir
inançla ayağa kaldırmıştı, zorla diz
çöktürmeye çalışılan ezelden beri korkusuz bir
milleti. Koskoca bir millet arkasında yürek
yüreğe vermişti mücadelesini ve tek yürek
kazanılmıştı Cumhuriyet. Hiç yorulmadan,
bıkmadan anlattı bağımsızlığın önemini.
Öğrenmenin, öğretmenin, üretip çoğalmanın,
gelişip büyümenin ne demek olduğunu
gösterdi yediden yetmişe herkese. Kendi
elleriyle geçti kara tahtanın karşısına gösterdi
çağdaş ve modern Türkiye’nin nasıl olduğunu
bütün dünyaya. Ankara’nın bozkırında bir
orman kurdu, çorak denilen topraklarda. Tek
tek yetiştirdi fidanları, can sularını verdi. Tıpkı
Cumhuriyet’imiz gibi… 29 Ekim sabahı uyanan
her çocuk özgürdü, eşitti, umutluydu,
korkusuzdu artık. Bir güneş gibi doğdu
ülkemizin üstüne. Işık saçtı bir çift mavi göz
her yere. Ekim’in 29’u sene 1923 yaz dedi Ata
cumhuriyet çocuk da yazdı cumhuriyet ve
yanına sonsuzluğa uzanan üç nokta.
Atamın İzinden 100 Yıl
(Visited 9 times, 1 visits today)