Alarmım çalar çalmaz fırladım yataktan. İlk işim pencereyi açıp dışarı bakmak oldu. İnsanlar oradaydı. Hepsinin elinde bayraklar, Atatürk posterleri vardı. Hızlıca dolabıma yöneldim ve bayramlıklarımı giydim. Annem ve babam televizyon başında oturmuş törenleri izliyorlardı. Dışarı çıktım, insanların toplandığı meydana geldim ve geçmişe daldım…
Yıl 1919… Mustafa Kemal Atatürk bağımsızlık uğruna ilk kez Ankara’ya gelmişti. İşte o gün yanmaya başladı bu cumhuriyet ateşi. Bu topraklarda kurulmuştu ilk meclis, buralarda ilan edildi cumhuriyet! 29 Ekim 1923’teki coşku nasılsa 29 Ekim 2023’te yani cumhuriyetimizin 100.yılında da coşku aynı hâlâ. Bu da Atatürk’ün sözünün doğru olduğunu gösteriyor. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Dışarısı soğuktu ama insanların coşkusu ısıtıyordu içimi. Hep bir ağızdan söylediğimiz marşlar, türküler, şarkılar ısıtıyordu içimi. Biraz kendi aramızda bayramı kutlarken bando ekibi geldi. Onlar çaldı biz dinledik. Bir süre sonra annem ve babam geldi. Üçümüz Anıtkabir’e gitme kararı aldık. Bugün mutlu bir gündü ama oraya gidince hüzünlenmemek elde değil. Atamızın mezarına çiçek bırakıp askerlerin yürüyüşünü izledik. Sonra düşüncelere daldım. Acaba Atatürk burada bizi görse ne yapardı…
Cephe hazırlıkları sürüyordu, Ermeni çeteleri bir yandan halka zulüm ediyordu. Güney’de Fransız askerleri orada bulunan Ermeni azınlıkları ayaklandırmış ve üzerimize salmıştı. Batı’da Yunanlılar insanlarımızı öldürüyor, topraklarımızı işgal ediyordu. İşte bu sırada vatansever bir gazeteci olan Hasan Tahsin 100 yıllık hikayenin ilk kurşununu sıktı…
Anıtkabir’de işimiz henüz bitmemişti. Babam ve ben oradaki müzeyi gezecektik. Müze çok garip hissettiriyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan kalma silahlar, toplar, tüfekler, mermiler vardı… Kim bilir kimler kullandı onları. Müzeyi gezerken ilgimi çeken başka bir şey ise Atatürk’ün şahsi eşyalarıydı. Atamın dokunduğu şeylerle aramda bir tek cam bir vitrin vardı… Ama Atatürk’ün şu sözlerini düşünüp yoluma devam ettim “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” Müzeyi gezdikten sonra dikkatimi fazlasıyla çeken farklı bir olay ise orada öylece gözünü bile kırpmadan duran askerlerdi. Onların görevi neydi ki orada..?
Askerle cephede çatışıyordu. Önlerinde Yunan ordusu vardı. Her sıkılan mermi beraberinde bir canı da götürüyordu… Savaşın şartları çok ağırdı. Ama Türk halkı cephede ve cephe arkasında canla başla savaşıyordu. Kadınlarımız cepheye silah, mermi gibi cephaneler getiriyor, erkeklerimiz ise cephe canlarını hiçe sayarak vatanını koruyordu.
En sonunda yorgun argın eve döndük. Televizyonu açtım. Haber spikeri 10.Yıl Marşı’ndan şu dörtlüğü okuyup bülteni noktaladı:
Türk’üz: Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi;
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.