Bir nisan akşamı, kara bulutlar bütün gökyüzünü kaplamıştı. Evdeki kavga stresiyle üzerime üzerime gelen duvarlara dayanamayıp bir elime hırka, bir elime yağmurluk alıp kendimi dışarı attım. Hemen hırkamı giydikten sonra üstüme yağmurluğumu geçirdim ve bir parka doğru yürümeye başladım. Attığım her adımda tepemdeki kara bulutlar artarken içimdeki kara bulutlar azalıyor, yerlerini bembeyaz bulutlara ve güneşe bırakıyordu.
Tam kendi içimdeki hayal dünyama dalmış hızlı adımlarla evden uzaklaşıyordum ki enseme düşen su damlasıyla kafamı kaldırıp siyah bulutları görmem bir oldu. Başta sadece atıştıran yağmur beni durdurmadı fakat birkaç dakika içinde bardaktan boşalırcasına yağmaya başlayınca en başta eve dönmeyerek hata yaptığımı fark etmem uzun sürmedi.
Yüz seksen derece arkamı dönmüş, içim sıkıla sıkıla geri eve doğru yola koyulmuştum. Yaklaştıkça ayaklarım geri geri gidiyor o evin kavga gerginliğinden uzaklaşmak istiyordum. Yağan yağmur sanki koca koca taşlarmışçasına yere düşen dolulara dönünce koşmaya başladım. Koşar adımlarla eve doğru ilerlerken yağan dolu durdu, bulutların arkasından bir güneş çıktı. Gökyüzünde, tam önümde, bir gökkuşağı belirdi. Gökkuşağına doğru giderken uzaklaşmak istediğim kavga dolu eve iyice yaklaşmıştım ve bir anlığına başka bir dünyaya açılan bir kapı olmasını diledim.
Havaya bakarak koştuğum için bir taşı görmedim ve ayağım takıldı. Kendimi yerde buldum. Kaç dakika yerde bilincim kapalı kaldım, nasıl oradan buraya geldim bilmiyorum ama gözüğümü açtığımda dileğim gerçek olmuştu: farklı bir dünyadaydım.
Yavru ağzından turuncuya kaçan gökyüzünde pespembe bulutlar vardı. Pembe bulutların arasından lila renk hareli bir ay gözüküyordu.
Kafamı kaldırıp etrafı inceledim. Binalar ve şehrin yerleşkesi olarak diğer dünyanın yansıması gibiydi. Bir paralel evrendeydim. Ayağa kalktım ve aynı doğrultuda yürümeye başladım. İçimdeki memnuniyetsizlik hissi, kara bulutlar gitmişti. Ayaklarım geri geri gitmiyordu bu dünyadaki evime giderken. Eve yaklaştığımda ilk gözüme çarpan şey bacadan çıkan dumandı. Evde yemek pişiyordu. Biraz daja yaklaşınca bir eksikliğin farkına vardım, kavga gürültü sesi. Evden bırakın bağırtı sesi gelmesini, neredeyse içeridekilerin neşesi duyuluyordu dışarıdan.
Bu dünyada hayvan katliamı yoktu. Köpekler öldürülmüyor, kediler çöp poşetleriyle konteynerlere fırlatılmıyordu. Bu dünyada insan katliamı yoktu. İnsanlar sokakta yalnız yürürken korkmuyor, kan davası adı altında insanlar öldürülmüyordu. Bu dünyada çevre katliamı yoktu. İnsanoğlunun dikkatsizliği orman yangınlarına sebep olmuyor; fabrika atıkları suyu, havayı, toprağı kirletmiyordu.
Belki günün birinde bu şeyler gökkuşağının ardındaki paralel bir evrende değil de kendi dünyamızda da yaşanır, kim bilir?