İstanbul’un kalabalık sokaklarından geçerek Sirkeci Tren Garı’na varmıştım. Trenin peronuna yürürken paltomun cebinden tren biletini çıkarmış, trenin kalkış saatini kontrol etmiştim. Daha kalkış saatine çok olduğundan garda biraz dolaşmaya karar vermiştim. Gar etrafında koşturan çocukların gülüşüp bağrışmaları, trenlere yetişmeye çalışan insanların kargaşası… Her seyahat dönüşümde bu kargaşa içinde oluyordu gar.
Bir banka oturup cebimden cep saatimi çıkarmış, zamanın geçmesini bekliyordum. Karşıma biri geçip saatimin üstüne gölge düşürmüştü. İş gereği yaptığım seyahatim boyunca beni ağırlayan, babamın arkadaşıydı, karşımdaki adam. “Oğlum bak bir kaç hafta daha kal, hem konaktakiler de seninle daha fazla görüşmek istiyorlar.”
Gülümseyerek ayağa kalmıştım, “Efendim, konakta kalmama izin verdiğiniz için müteşekkirim fakat işim gereği daha fazla kalamam, bunu siz de biliyorsunuz.”
“Ama oğlum seni yılda kaç defa görüyoruz, bir hafta daha kal konakta yerin de var.”
‘’Efendim, siz de biliyorsunuz ki benim işim çok yoğun. Ben de sizleri özledim, ne yazık ki yapacak bir şey yok. Bu konuda anlayışınızı rica ediyorum.”
Adam elini omzuma koyup gülümsemişti ’Son kararın mı?’’ Ben de gülümseyerek başımı, aşağı yukarı sallamıştım. Mükedder olmuştu adam fakat belli etmemek için çaba sarf etmişti, ’Anlıyorum oğlum, sana iyi seyahatler. Validene de selam söyle oğlum. Bir dahakine onu da getir olur mu?’’ Yüzüme bir tebessüm yerleştirdim ve adamın elini sıktım. “Tabii ki efendim, validem de sizi özledi. Bir dahaki sefere kendisiyle birlikte gelmekten mutluluk duyarız.”
Vedalaştıktan sonra trenin kalkış saatine tekrar bakmıştım ve biraz daha zamanım olduğunu fark etmiştim. Bu sefer, diğer peronun ucuna doğru ilerleyerek trenleri izlemeye başlamıştım. Kimi trenler hareket ediyor, kimi trenler de yolcularını bekliyordu. Her trenin farklı bir hikayesi vardı ve hepsi beni cezbetmişti.
Birden tren düdüğü çalmış ve ben de içimdeki kargaşaya rağmen son treni kaçırmamak için hızla perona doğru koşmuştum. Trenin son vagonuna yetiştim ve soluk soluğa trenden içeri girmiştim. Tren kalkışını yaparken trenin camından İstanbul manzarasını izliyordum. İstanbul, benim için her zaman özel bir yere sahip olmuştu.
Tren İstanbul’un sokaklarının ve kalabalığının ardından çıkıp, kırlara doğru yol almaya başlamıştı. Dışarıdaki manzarayı izlerken bir yandan da düşüncelere dalmıştım. Babamın arkadaşıyla olan karşılaşmam, geçmişe dair hatıralarımı canlandırmıştı. Konakta geçirdiğim günler, ailemizle olan anılarım, hep beraber İstanbul’da yaşadığımız zamanlardan geliyordu.
Tren yavaşça bir dağın eteğinde durmuştu. Yolcular birbirleriyle konuşurken, ben de pencereden dışarıyı izlemeye devam etmiştim. Yeşilliklerin arasından bir köyün evleri görünmüştü. Eski ahşap evlerin arasından geçerken, köylülerle göz göze gelmiştim. Trenin hışıltısı ve doğanın sesleri arasında, köylülerin kahkahaları yankılanmıştı.
Tren sonunda son durağına ulaşmıştı. Küçük bir kasaba idi burası. Dışarıdaki etrafta dolaşırken, insanlar beni garip garip bakmışlardı. Benimle aynı yaşta bir çocuk, yanaşıp yanıma geldi. “Merhaba, siz kim oluyorsunuz?” diye sordu. Ben de gülümseyerek, “Ben İstanbul’dan geliyorum, burada bir işim var.” dedim.
Çocuk, bana kasabayı göstermişti. Küçük bir çarşı, bir cami ve eski ahşap evlerden oluşan bir kasaba idi. İnsanların sıcakkanlılığı, küçük kasabanın tarihi dokusu ve doğal güzellikleri beni büyülemişti. Kasabadaki işimi bitirdikten sonra, tekrar trene binmiştim. Bu seferki seyahatim İzmir Basmane Garı’naydı.