Bir benim. Bir ben kalırım herkes gittiğinde benim yanımda. Bir gerçekliğinden emin olduğum ben varım. Kanlı canlı olmanın yanında idea dolup taşan bu devasa zihnin hissini bir ben yaşarım. Kim bilir, belki başka biri de tamamen bu zihnin bir ürünü? Bunu da ancak kendi duyularımla fark edebilirim. Ne somutlar ne soyutlar… Her biri bu ışıklı dünyanın birer vahşi yansımasıdır. Sonuçta gördüğümüz her şey ışığın sekmesinden ibaret değil midir? Ben ben olmasam bilir miydim bunların doğru olduğunu? Demek ki en nihayetinde, ya da en özünde, güvendiğim yegane siluet kendimdir. Peki bu durumda neden başka bir silüetin hatları belirsiz maskesini takmalıyım kendime?..
Birim ben. Matematik, fizik, sosyoloji ve her ne varsa içimdedir bunlar. Birim fonksiyon vardır matematikte, tanım kümesinin tüm elemanları farklı bir görüntü alarak değer kümesine dağılır. İnsan da aynen böyle değil midir üzerine düşününce? Var olduğumuzu ve gerçek olduğumuzu varsayalım, ademoğlu hayatında milyarlarca farklı durumla karşılaşır. Her bir farklı durum, insan beyninde farklı bir düşünceyle şekillenerek dağılır. Bu da kompleks, ama bir o kadar da alışılagelmiş, bir fonksiyon belirtir. İnsan beyni ne âlâdır ki sayısız fonksiyonla donanmıştır.
Lâkin bu durumda her fonksiyonun da birbirinden değişik olma sebebi beynin farklılığıdır. İnsan renk renk, çeşit çeşit… Hepimizin beyni elektromanyetik zımbırtılardan kaynaklı olarak göze aynı renk gelse de önemli olan anlayarak görülen renktir. Yani değişkendir tüm beyinler, tüm kafalar. Ne olacağı bilinmez uçsuz bucaksız tekinsiz bir dağdaki hasetlik meyve çalıları gibidir. Her biri bir diğerinin meyvesinin enfes gözüktüğünü, bir yanındakine imrendiğini söyler. Ancak günün sonunda her birinin adı tadı farklı olacaktır. Biz insanlar da böyleyiz, asla kendimizi beğenmeyiz. Devamlı başkasına özenerek, bezenerek yaşarız tek hayatımızı. Her daim bir kıskançlık, gün geçmesin ki kişiliğimizi başka birininkine benzetmeyelim.
Birçok haksızlık yaparız isteyerek veyahut rızasızca. Böyledir doğamız. Beyaz, pembe, kırmızı, gökkuşağının her renginden yalanlar, haksızlıklarda bulunuruz herkese ve her şeye karşı. Çoğu ihmal edilebilir derecede küçüktür bu yalanların değil mi? Hayır. Çünkü çoğu zaman kendimize yaparız bu haksızlıkları. Bildiğiniz üzere saniye başı başka biri kıskanılır memlekette – ki bu nedenle nazar boncuğu bu kadar boldur- ve göz etmeden de pek bırakmayız. Bizlere göre olması gereken; benzemeye çalıştığımız kişinin şimdiki halimiz gibi, şimdiki halimizin de benzemeye çalıştığınız kişi gibi olmasıdır. Haksızlıktır bu, değil mi? Üstelik bir taşla iki kuş! Karşı tarafa haksızlık yaparken en büyüğünü de kendimize yapıyoruz.
Sonuç olarak, kendi benliğimi arkada bırakıp bir başkasına özendiğim takdirde kendime bir bakıma küfürden beter hakaretler etmiş olurum. Bu haksızlık değil de nedir! Madem ben birim ve bir benim, ne diye benzemeye çalışırım başkalarına? İşte bu insan sosyolojisinin -ayrıca psikolojisinin- en saçma fonksiyonudur. “Ne yapmalı” diye sormadan edemiyoruz. Bana soracak olursanız, umursamamaktan daha kolay ve güzel bir yol yok. Herkes kendi yolu üzerinde en iyi şekilde ilerlerse ne “X” kişisi “Y” kişisine benzemek ister ne de tam tersi gerçekleşmiş olur.