1940 yıllarında Amerika’nın New York şehrinde mütevazı bir İtalyan restoranı sahibiydim. Aile işletmesi olarak başlayan bu restoran yıllar ardından sadece benim işletememe kalmıştı. Ben de tanıdığım birkaç dostumla birlikte bu dükkânı işletmeyi sürdürüyordum. Huzurlu ve sakin hayatımı yaşarken birkaç gün içerisinde başıma geleceklerden en ufak bir haberim yoktu.
Her zamanki gibi dükkânımın başındayken içeri güzel giyimli iki tane adam girdi. Giydikleri takım elbiselerin İtalyan tasarım olduğunu kolaylıkla anlayabildim. Adamlar telaşlı gözüküyordu. Yardıma ihtiyaç duyduklarını ve karşılığının da bonkör bir şekilde ödeyeceklerini belirttiler. Birinden kaçtıklarını ve bir süreliğine saklanmaları gerektiğini söylediler. Hızlı bir karar aşamasının ardından adamların istediklerini yapmalarına izin vermenin en doğru karar olduğu kanısına vardım ve tezgâhın arkasındaki merdivenlerin altındaki dolabı işaret ettim. Bir dolaba göre geniş olan bu malzeme deposu iki adamı kolaylıkla saklayabildi. Adamların saklanması ardından şık giyimli adamlara nazaran daha özensiz giyimli beş kişi dükkânıma girdi. Saklanan beyefendileri betimlediler. Onları daha önce hiç görmediğimi ve düşman edinmek istemediğimi söyledim. Özensiz giyimli adamlar inanmış olacaklar ki dükkânı bırakıp sokak boyunca ilerlemeye devam ettiler. Derin bir iç çekip dolaba doğru ilerledim. Kapıyı açtım ve gittiklerini söyledim. Uzun boylu ve fötr şapka takan adam yardımım için minnettar olduğunu söyledi ve verdikleri sözü tutacaklarını ekledi. Ardından şık giyimli adamlar da dükkândan çıktılar.
İki sakin günün ardından uzun boylu adam ve yanında yapılı bir arkadaşı dükkâna girdiler. Çok oyalanmadan sadede geldiler ve tezgâhın üzerine kabarık bir zarf bıraktılar ve gittiler. Zarfı dükkânın ardındaki personel odasına götürdüm ve masanın üzerine koydum. Ardından bir sandalye çekip oturdum ve masanın çekmecesinden mektup açacağına uzandım. İçimde hem bir heyecan hissi, hem de bir korku vardı. Hangi duygumun daha baskın olduğunu bilemiyordum. Kibar bir şekilde mektubu açtım. İçinden beni nerdeyse 5 ay idare etmeye yetecek bir para çıktı. Parayı çıkartıp yavaş yavaş saydım ve zarfa bir daha baktım. Zarfın içerisinde bir not gördüm. Lacivert mürekkeple ve güzel bir el yazısıyla yazılmıştı. Üzerinde “bu ufak hediyeyi yaptığın yardımseverliğin karşılığı olarak düşün. İmza: Benito” yazıyordu. Benito bir İtalyan ismiydi. Bu gerçekten ilgimi çeken bir detaydı fakat muhtemelen bir daha asla duymayacağım bir isim olacaktı.
Birkaç haftanın ardından dükkana tanıdık birkaç adam daldı. Bu adamlar o gün özensiz giyindiğini düşündüğüm adamlardı. Bir anda müşterileri korkutmaya ve etraftaki eşyaları kırmaya başladılar. Bardakları, sandalyeleri kırdılar; masaları devirdiler. Ardından arkadaşlarıma ve bana dönüm bir daha asla onlara yalan söylemeyeceğimizi söylediler. Arkadaşlarım şoka girmişti. Fakat ben ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Bu işi ancak Benito denen adam çözebilirdi. Duyduğum kadarıyla bu İtalyan adam şehrin güneyinde bir barı vardı. Yola çıktım ve yarım saatlik bir yolun ardından oraya ulaştım. Kapıdaki adamlara yaşanan olaydan bahsettim ve Benito’yla görüşmem gerektiğini söyledim. Adamlar birbirlerine bakıp onları takip etmem gerektiğini söylediler. Barın arkasına geçtiler ve bir kapıyı tıklattılar. İçeriden güçlü bir ses “Girin!” diye seslendi. Ardından kapıyı açıp durumu adama anlattılar. Bu adam Benito idi. Benito bütün hikayeyi dinledikten sonra adamlara gözüyle kapıyı işaret etti ve adamlar kapıyı arkalarından kapatıp dışarı çıktılar. Benito “Ne istiyorsun evlat?” dedi. Yaşanan olaylardan sonra bu adamın bana güvende olabileceğim ve güzel getirisi olan bir iş verebileceğine inandım. O yüzden onun yanında çalışmak istediğimi söyledim Benito sakin bir şekilde: “Son kararın mı?” dedi. Bu soruya vereceğim cevap önümdeki 5 yılımı adeta bir fırtınaya çevirecekti ancak benim bundan henüz haberim yoktu.