Açılan solar, ağlayan güler. Ağlamak neyin göstergesidir, sorusu üzerine hala tartışıyor insanlar. Bir taraf ağlamanın güçsüzlük göstergesi olduğunu söylerken diğer taraf ise duygusal olmayı sembolize ettiğini belirtiyor. İşin garip tarafı, cinsiyet de giriyor işin içine. Erkeksen mesela, yok! Ayıp! Ağlayamazmış erkekler. Neden mi; duygular hormonlar ve gözyaşı sıvısı içeren karmaşık canlılar değiliz, cıvatalar ve kodlardan oluşan robotlarız da ondan! Kadınlar da tam tersi… Duygusaldır ya onlar, ağlamalılar. Kutuplaşmalıyız çünkü, biri siyahken biri beyaz olacak, ağlamazsak da hiçbiri olmayacak. Bu çifte standart bir yana, ağlamak gerçekten neden bizi tedirgin eder ki?
Her gün eteklerimiz zil çalmıyor, her gün küplere binmeyeceğimiz gibi. Cenneti yaşayamaz diriyken insan. Ama bazı günler tek dişi kalmış canavarların arasında, cehennem diye tabir ettiğimiz anlarda yaşayabiliyor maalesef. Ne empatinin ne de verilen değerin bir değeri kalmıyor. Tüm iyiliğini ortaya koysan ne yazar karşıdaki seni de o korkunç canavarlardan biri belleyince. İşte tam da bu! Beyin, bellemek yatar bu sorunun en nihayetinde. Bu bellek değer nedir kavrayamazsa, ne yapsın duyguları hormonları! Açıkçası robotlardan da pek bir farkımız kalmamış olur o zaman. Ağlama, gülme, yapma, etme, konuşma!.. Tek eksik var ise o da “susma” olmalıdır. Çünkü susmayı sever bilgisayar. Sadece desibeller değil, düşünce ve ideayı da üretmez. Kalır kaldıkça. Pek de bir farkı kalmaz o canavarlardan, o canavarların bundan.
Götürülse imamın kayığı, dönmese dünya, oynamasa bu eski püskü film şeridi; alırız çaresizce başımızı soğuk ellerimiz arasına, başlar yaşlar damlamaya. Ancak ağlamanın elbet mutlu zamanları vardır. Burada küçük bir detaya dikkat edilmelidir ki üzüntüden mutlu ağlamak ve mutluluktan üzgün ağlamak tamamen farklı iki konsepttir. Buna hepimiz bir örneğiz. Saf olduğumuz bir zaman dilimi illaki vardır; belki çocukken anlamazdık hiçbir şeyi, belki de şu an anlamamayı seçerek kendimize iyilik ediyoruz. Ancak o kötülük, pembe gözlüklerimizin ardında hep var. Hazırlıksız yakalamayı bekliyor, avını bekleyen canavarlar gibi. Belki en güvendiğiniz insanlar, belki de haftalardır yaşadığınız mental dışlama. Kim bilir sınırı, barajları taşıranın ne olacağını? Belki de en üzücü nokta, zamanınızla kutsadıklarınızın bunu hor görmesi, herkesi tek dişli sanmaları olacaktır. Günün sonunda ise unutulmaması gereken, ağlamanın ne kadar kutsal olduğudur. İşte bu yüzden severim ben ağlamayı, kendinizi ne kadar iyi yetiştirdiğinizin göstergesidir. Ağlamayı ne kadar hoş karşıladığımı gösterdiğinden severim ben, mutlu olurum. Kendinize sarılmanın en hoşbeş metodudur.
Gurur duyarım kendi kendimle.
Ağlayacak duygu var içimde
Yetişmişim yani bir insanca
Kendileri gibi sanıyorlardır belki de.
Kendi düşen ağlamazmış… Neden hep birlikte ağlamayalım ki diye düşünmeden edemiyor insan. Sen ağla, ben ağlayayım, o… Neden o nazar boncukları ıslanmasın, korumasın bizi kara nazardan? Neden mehtabın altında vardiya tutan gümüş balıkları gibi yansımasın seramik surattan? Elle tutulur sebep var mıdır buzulların ucu bucağı gibi çeneden çağlayanlarca su akmasından? Yok, insan özeldir. İnsan dediğimiz, güzeldir. Hayat ise her ne sebeple olursa olsun değerdir. Duyguları açıkça göstermeye, utanmadan ağlayabilmeye, yüce alçakgönüllülüğü hissedebilmeye; kısaca her şeye, her zaman ve her yerde değerdir. Ağlamak güzeldir.