Evet, merhaba! Daha önce hiç günlük tutmamış, yaşadıklarını kâğıda dökmemiş bir kişi olarak yaptığım eylem benim için son derece zor. Şu an bu yazıyı yazıyorum çünkü birazdan yapacaklarım ,eğer başarabilirsem, benim için değil belki ama kardeşim için pek çok şeyi değiştirecek.
Size tam olarak nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum; “siz” dediğim kimseler kimler, onu da bilmiyorum. Sanırım kullandığım kâğıdı bir kişi olarak hissediyorum, muhtemelen bunu kimse okumayacak. Kardeşini kurtarmaya çalışan bir adamın üstünde kahve lekesi olan kağıdını kim okur ki? Neyse, kendimi tanıtayım: Ben, şu anda üniversite öğrencisi olan genç bir adamım. 20 yaşındayım, kimilerinin “Oha, gerçekten bu okulda mı okuyorsun!” dedikleri bir üniversitede okuyorum. Lise hayatımda milli eskrim sporcusuydum ve hala eskrime hobi olarak devam ediyorum. Babamdan yadigâr, onun sanatını icra ediyorum. Giyim kuşamına çok önem vermeyen -anne ve babacığımın aksine- kaytan bıyıklı, sinekkaydı tıraşlı ve genelde takım elbiseyle dolaşan bir adamım. Sanırım kendimden bu kadarıyla bahsetmem gözünüzde belli belirsiz bir siluetin oluşmasını sağlamıştır. Asıl merak ettiğiniz konuya gelelim: Ne oldu?
Babam da annem de gelenekçi insanlar. Her zaman belirli tabuları olmuştur annemle babamın, her zaman çok net olmuşlardır bana karşı. Yapmak istediklerimi onlar şekillendirdiler. Sırf eski konuştukları dili değiştirerek “Öz Türkçe” yapmaya çalışıyorlar diye Genç Kalemler’e düşmandırlar. Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in yazılarını yeni yeni okuyabiliyorum. İçlerinde bu kadar net olan ebeveynlerim görünüşte de bir bu kadar eskici tiplerdir. Annem her sabah kalktığı gibi göyneğini giyer, dışarı çıkacaksa da zıbın giyerdi. Zarif ve narin bir görüntüye sahip olan annem, geleneksel Türk kadınlarına benzemesinden ötürü dışarıda epey dikkat çekerdi. Cümlelerinde Farsça ve Arapça kelimelere yer verse de akıcı ve yalın bir dille konuşur, sakin konuşma tarzı ve cümlelerinde yer verdiği kelimelerden ötürü onla sohbete girenler bir hayli şaşırırdı. Ve babam… Babam evinde giyimine çoğu zaman dikkat etmez, sadece bazen anneme gösterdiği saygıdan ötürü üzerine bir ceket geçirirdi. Dışarıya her zaman şık bir elbiseyle çıkar, köstekli saatini asla unutmazdı. Kimi zaman başında bir fes olurdu. Babasının ona kalan tek mirası, onun piyanosuydu. Babasından görmesinden ötürü piyanosu onun eskici kafasındaki en büyük yoldaşıdır. Otantik ve farklı görünüşünden ötürü onun konserlerinin dinleyicisi çok olurdu, hayliyle geçim sıkıntısı pek çekmezdik. Babam, Amerikan sömürgeciliğine çok karşıt düşünceler beslemiş dolayısıyla, kazanmış olmama rağmen, beni Batılı tarzda eğitim veren okullara göndermediler. Geleneksel bir eğitim almama rağmen araştırmacı kafam dolayısıyla başka kültürler hakkında da yeterince bilgi sahibi oldum. Ne yazık ki kardeşim benim kadar araştırmayı sevmiyor, şu an birinci sınıf öğrencisi ve benim onun yaşındaki halimin aksine her şeyi sorgusuz kabul ediyor. Ailemin zor eğitimine dayanamaz o, canım kız kardeşimi tez zamanda kapatıp aklını bin bir ilkel düşünceyle dolduracaklar. İşte bunu durdurabilmek amacıyla onlara bir mektup yazacağım. Yaptıklarını değiştirmek amacına hizmet eden bir mektup. Bu mektuba bu kağıdımda da yer vermeye karar verdim ve…
“Sevgili Annem ve Babam
İngiltere’de üniversite okumamdan dolayı benle konuşmak çok istemiyorsunuz, biliyorum. Fakat size söylemek istediğim bir şey var, konu: kardeşim. Bana küçüklüğümden beri ne kadar kırılmış olsanız da şu an o kırgınlıklarınıza sebep olan eylemlerimin ekmeğini yediğimi de biliyorsunuz. Sizden gizli eskrim kurslarına gitmeseydim, sizden gizli yenilikçi kitaplar okumasaydım, yeni diller öğrenmeye çalışmasaydım; şu an sizin dizinizi dövüp dövüp söylendiğiniz, sizin deyiminizle “Harcanan Osmanlı”da harcanan bir Türk olacaktım.
Kardeşimin benim kadar yeni şeyler öğrenmeye hevesli olmadığını siz de biliyor olacaksınız ki ona çocukluğundan beri yapmadığınızı bırakmadınız. Lütfen şu ana kadar yaptığınız eylemleri bir düşünün. Çocukluğunuzda belki de gerçekten böyle büyüdünüz, belki de sizin zamanınızda doğrular bunlardı ama şu an bunlar değil. Çocuğu lütfen gözlemleyin; siz sırf aileleri genç diye arkadaşlarıyla dışarı çıkmasına izin vermediğinizde sessiz sessiz gözlerinin doluşuna, sırf sizin gibi konuşacak diye diğer çocuklarının yaptığının aksine sürekli ona Farsça çalıştırdığınızda zaten yorulmuş olan ellerinin titreye titreye kağıda henüz dilinin dönmediği kelimeler yazmasına vicdanınız gerçekten el veriyor mu?
Ben sadece kardeşinin iyi olmasını isteyen bir abiyim, beni yuvanızda görmek istediğinizi biliyorum. Şu ana kadar asla bu söylemlerinizi önemsememiştim fakat kardeşime vicdanınızla bakmanız dahilinde Harvard’ı bırakıp eve döneceğim.
Sevgilerimle,
Ege Eymen Akagündüz”
Ben dünyaya Cahit Sıtkı gibi bakmayan bir adamım, bence 20 yaş bile oldukça büyük bir yaş. Kardeşim için üniversiteyi bırakmamla ben belki dünyayı değiştiremeyeceğim ama onu doğru bir şekilde eğitmemle birlikte çok iyi yerlere geleceğinden hiç şüphem yok.