Dünya nüfusunun gelecekteki sürdürülebilirliği büyük bir soru işareti. Bunun en büyük nedenlerinden birisi ise dünya nüfusunun üstel bir şekilde artıyor olması. Bunu rakamlara dökecek olursak dünyadaki insan nüfusunun 1 milyara ulaşması, modern insanlığın ortaya çıkışından 200.000 yıl sonrayı bulurken 8 milyara ulaşması ise sadece 219 yıl sürdü. Yani çok kısa bir zamanda hem dünya nüfusu hem de nüfus artış hızı akıllara durgunluk veren bir hızda arttı. Ayrıca Birleşmiş Milletler nüfus projeksiyonu dünya nüfusunun 2030 yılında 9.3 milyar, 2040 yılında 10.3 milyar, 2050 yılında ise 12.1 milyar olacağını öngörmekte. Bu öngörülerse akıllara bu kadar büyük bir nüfusun nasıl sürdürülebilir bir şekilde besleneceği sorusunu getiriyor.
Günümüzde bu sorun için en umut vaat eden cevap genetiği değiştirilmiş besinlerdir. Yani kısaca laboratuvar ortamında genetiğiyle oynanmış besinlerin önümüze sunulmasıdır. Mesela geçmişte A vitamini eksikliği nedeniyle katarakt ve benzeri hastalıkların sıkça görüldüğü bir bölgede genetik değişikliği sayesinde A vitamini bakımından zenginleştirilmiş pirincin bölgeye getirilmesiyle yeni vakalarda büyük bir düşüş yaşanmıştır. GDO’lu besinler aynı şekilde dünyanın birçok bölgesinde açlığa karşı etkili bir çözüm olmuş ve bundan dolayı günümüzde kıtlığa karşı en etkili çözüm unvanını elde etmiştir.
Bununla beraber GDO tüketiminin bazı ciddi sıkıntıları bulunmaktadır. Bu sıkıntılardan ilki ise GDO’ lu ürün tüketiminin insan sağlığı için yaratabileceği olumsuz etkilerdir. Ayrıca Bazı GDO’ların üretiminde kullanılan genetik malzemeler, antibiyotik direnci gibi sorunlara neden olabilir. Bu ise tıp alanında kullanılan antibiyotiklerin etkililiğini azaltabilir. Bununla birlikte GDO’lu ürünlerin yan etkileri konusundaki çalışmalar hala oldukça tartışmalıdır. Ayrıca bazı GDO üreticileri, tek bir ürüne odaklanarak geleneksel ürünlerin çeşitliliğinin azalmasına neden olabilir. Bu ise yerel ekonomiye ve gıda güvenliğine olumsuz bir etkide bulunabilir. Bu ise GDO’lu tarımın doğal dengeyi bozabileceği ve bununla beraber birçok doğal bitki ve endemik türün yok olmasına neden olabileceği anlamına geliyor. Son olarak, GDO içeren ürünlerin çevreye salınması, bazı böceklerin ve yabani otların direnç geliştirerek zararlı hale gelmelerine neden olabilir.
Ancak bazı GDO alternatifleri de bulunmaktadır. Örneğin GDO’lu tarım yerine tercih edilebilecek modellerden biri olan organik tarım, kimyasal gübrelerin ve pestisitlerin kullanımını en aza indirir ve sürdürülebilir bir tarım modeli sunar. Onun bir benzeri olan yerel bitki örtüsüne dayalı gıda sistemi uygulanabilir. Bu model, yerel ekosistemi korur, ayrıca çiftçilere doğal ve sürdürülebilir bir gelir kaynağı sağlar.
Fakat organik tarım ve muadilleri uzun vadede toprak verimliliğini artırsa da GDO’lu tarıma nazaran çok daha fazla kaynak kullanmakta ama buna rağmen aynı verimliliği ve dayanıklılığı sağlayamamaktadır. Bu yüzden organik tarım kulağa ne kadar hoş gelse de GDO’lu tarımın sağladığı verimliliğin yanından bile geçemeyeceğini kabul etmek gerekir.