İki Kalp Üç Hafta

Hastaneden dışarı adım attığımda algılamakta zorlanıyordum. Kulaklarım çınlıyor, gözlerim odaklanmakta güçlük çekiyordu. Etraf dönüyor, sesler uğultu gibi geliyordu. Bütün bedenimde yankılanan kalp atışlarım ve düzensiz alıp verdidiğim nefesler net olarak duyduğum tek seslerdi. Ona rağmen yürümeye devam ettim. Bana ne olacağı o an umrumda değildi. Nasıl olsa ölecektim. Ama hala gerçek gibi gelmiyordu.

 

Bir adım daha atacakken birisi beni kolumdan çekti ve kendimi birinin göğsüne yaslanmış olarak buldum. Tam adama sinirlenecektim ki arkamdan hızla geçen arabanın sesini duydum. Adam yavaşça geri çekildi ve gözlerime baktı. Yemyeşil gözleri ve siyah dalgalı saçları olan bu adamın bakışlarındaki endişeyi görebiliyordum. “iyi misiniz?”

 

İyi değildim. Az önce öleceğimi öğrenmiştim. Ama bu yakışıklı adamın bunu bilmesine gerek yoktu.

 

“İyiyim, çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız.”

 

Gözlerimi kaçırdım. Şimdi kurtarsa ne farkederdi. Üç hafta sonra kurtaramayacaktı. Üç hafta… Ne kadar kısa bir süre. Adam gözlerimi tekrar yakalayabilmek için eğildi.

 

“Emin misiniz?Araba çarpmak üzere olan bir kadına göre fazla sakin görünüyorsunuz.”

 

Gözlerine bakmamakta inat ediyordum. “Hala algılayamıyorum.” diye fısıldadım. 19 yaşında bir kadının öleceğini algılaması biraz zor oluyordu.. “Efendim?”

 

Bir an ne dediğimi farketmemiştim. Toparlamak için ağzımı açtım. “Yani arabanın neredeyse bana çarpacağını algılayamadım bir an. Hepsi bu.”   İnce bakışları olan adam anlayışla kafasını salladı. “Sanırım hala kendinize gelemediniz.” Başıyla arkamdaki küçük kafeyi işaret etti “Biraz oturmak ister misiniz?”

 

Kafenin önünde coğunluğu boş olan masalar vardı. Üzerlerine gölge olan pembe şemsiyelere rağmen az da olsa güneş alıyorlardı. Huzurlu bir ortama benziyordu. Kahve kokusu burnuma geldiğinde vereceğim cevaptan emindim. Uzun süreden sonra yeniden adamın kedi gözlerine baktim. Yorgun bir gülümsemeyle başımı salladım.

 

Adam koluma girerek en yakındaki masaya oturmama yardımcı oldu. Kendisi de karşıma oturduktan sonra meraklı gözlerle bana baktı. Tekrar gözlerimi kaçırdım. Bu yabancının yeşim gözlerinde bir şey vardı. Sanki uzun süre bakarsam her şeyi bir bir anlatacakmışım hissi veriyorlardı. 6 aydır yaşadıklarımı 5 dakikadır tanıdığım bir yabancıya anlatacak halim yoktu. Bir süre sessizce oturduk. Adamın soran bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. “Neyiniz var?”

 

Soru bir an beni hazırlıksız yakalamıştı. “Nasıl yani? Ne demek neyim var?” Anlam veremeyen bakışlarım adamın büyülü yeşilleriyle bir kez daha buluştu. “Hastaneden çıkıyordunuz sanırım. Bir şeyiniz mi var? Etrafınıza dikkat etmiyordunuz. Sanki bir sıkıntınız varmış gibiydi.”

 

Nefesimi tuttum. Adamın bunu anlaması beni şaşırtmıştı. Dışarıdan bakıldığında kolayca okunabiliyor muydum? Boğazımı temizleyerek açıklamaya çalıştım. “Hayır, bir sıkıntım yok. Kontrole gelmiştim. Bir şeyim yok. Sadece aklımda bir şey vardı.” Yalan söylemeyi sevmesem bile kendi hayatımın sıkıntılarını yeni tanıştığım bu adama anlatmak istemiyordum. Ayrıca doğruyu söyleyecek olsam bile ne diyecektim ki? “Evet beyefendi. Bir sıkıntım var. Üç hafta içinde öleceğim. Yani beni tutmasanız da olurdu. Zahmet oldu.” mu?

 

Tam gözlerimi tekrar kaçıracaktım ki adam hafif bir tebessümle konuştu. “Neden konuşurken gözlerimden kaçıyorsunuz? Söylediklerinize inanmakta zorlanıyorum”

 

Kocaman açılan ela gözlerimle adama baktım. Verecek cevabım yoktu. Uzun kirpiklerinin arasından yumuşak yüz ifadesiyle bana bakmaya devam ediyordu. Ağzımı açtım ama kelimeler çıkmadı. Aramızdaki sessizlik gitgide uzuyordu. Adam kısık sesle güldü. Kulağa hoş gelen bir sesti. “Bir şey içer misiniz? Bu arada isminizi öğrenebilir miyim?”

 

Yutkundum. Bu sefer gözlerimi gözlerine diktim ve kendimden emin bir şekilde cevap verdim. “Harika.”

 

Bu sefer anlamayan bakışlar karşımdaki yabancıya aitti. “Anlayamadım. Harika olan nedir?” Sorusunu duyduğumda küçük bir kahkaha attım. Beni güldürdüğü için tatmin olmuş olsa da onunla alay etmeme bozulmuş görünüyordu. “Komik olan nedir?” diye sordu kendi gülüşünü sesinden saklayamayarak. Sessiz kıkırdamalarımın arasında cevap verdim. “İsmim.”

 

“Efendim?”

 

“İsmim diyorum. İsmim Harika.”

 

Anlamış olduğu yüz ifadesinden ve utançtan kızaran yanaklarından belli olsa da şakayı devam ettirdi.

 

“Madem harika bir isminiz var, benimle de paylaşır mısınız?”

 

Gülmeye devam ettim.

 

“Ben Harika Dağdan. Peki ya siz?”

 

Adam sırıtarak cevap verdi ve elini uzattı.

 

“Arda Akıner. Kahve söyleyeyim mi?”

 

Gülümseyerek olumlu anlamda başımı salladım. Garsona iki tane filtre kahve söyledikten sonra tekrar bana döndü. “İlginç bir isminiz var. Nerden geldiğini sorabilir miyim acaba?”

 

Bu soruyu çok kez duymuştum. “Annem de babam da kahverengi saçlı,” omuzlarıma düşen kızıl saçlarımla oynayarak devam ettim. “doğduğumda saç rengimi, açık tenimi ve çillerimi gördüklerinde ikisi için de büyük şaşkınlık olmuş. Düşük ihtimalli bu gen eşlesmesinden dolayı bana bu ismi uygun görmüşler.”

Artık pek de yabancı olmayan bu adamla bir süre daha sohbet ettikten sonra telefon numaralarımızı vermeye karar verdik. Daha sonra konuşacağımıza dair söz vererek ayrıldık. Ne zararı vardı ki? Belki de onu bir daha göremeyecektim ama bu benim için hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Bu üç haftayı birlikte olmaktan keyif aldığım insanlarla geçirmek istiyordum. Yeni tanışmış olsam da itiraf etmem gerekirdi ki konuştuğumuz vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Eve doğru ağır ağır yürüyordum. Kalbime giren ağrı aldığım haberin ne kadar gerçek olduğunu bir kez daha yüzüme vuruyordu. Derin bir iç çekerek yüzüme her zamanki gülumsememi takındım ve yürümeye devam ettim.

O akşam Arda bir mesaj attı.

“Daha iyi misin?”

Ekrana bakarken farkında bile olmadan yüzüme içten bir gülümseme yerleşti.

“Evet, iyiyim. Sorduğun için teşekkürler 🙂 ”

Arda’nın cevap yazdığını gösteren üç nokta belirdi ve bir mesaj daha geldi.

“Ne demek. Seni merak ettim. Yoksa sen de beni mi merak ediyordun? Bu saatte hala uyanık olduğuna göre 😉 ”

Mesajın sonundaki göz kırpan gülücük içimi ısıtmıştı. Artık gülümsemekten yanaklarım ağrıyordu.

O gece saatlerce mesajlaştık. Bazı mesajlara o kadar çok gülmüştüm ki evde benden başka biri olsa beni şizofren sanabilirdi. Ama güzel vakit geçiriyor olmak beni mutlu ediyordu. Sonuçta bunlar son gülmelerim olabilirdi.

“Yarın akşam yemeğe gidelim mi?”

Soru beni heyecanlandırmıştı.

“Tabiki, neden olmasın?”

“O zaman yarın akşam görüşürüz. Gec oldu dinlenmen gerek. Çok güzel geceler Harika.”

Mesajın sonunda ismimin yazıyor olması içimde tuhaf bir hisse sebep olmuştu. Bir süre ne yazacağımı bilemedim.

” Sana da güzel geceler. Çok güzel rüyalar gör Arda.”

Telefonumu kapatıp yatağıma girdim. Yüzümde hala izi duran gülümsememle kafamı yastığa koydum ve huzurlu bir uykuya daldım.

Sonraki akşam Arda’nın bana gönderdiği adrese gittim. Küçük, tatlı bir restorandı. İçeriye adım attığımda hemen Arda’yla göz göze geldik. Onun yeşilleriyle benim elalarım buluştu ve ikimizin de yüzüne sersemce bir gülümseme yerleşti. Onun olduğu masaya doğru ilerledim.

Oturduğumuz masada birden fazla, rengarenk, kokulu mumlar vardı. Masa çok güzel donatılmıştı ve mekanı aydınlatan loş ışık Arda’nın bana gülümseyen gözlerine yansıyordu. Yemek boyunca sohbet ettik. Arda çok komik biriydi. Her yaptığı şakaya gülmekten yorulmuştum ama elimde değildi. Arda’nın varlığı bile beni gülümsetmeye yetiyordu.

Yemekten sonra Arda mumlardan birkaçını önüme koydu ve kedi gözleriyle bana baktı. “Bir dilek tut.” dedi çocukça bir yüz ifadesiyle. Nefesimi tuttum ve gözlerimi kapadım. Dileğim Arda’nın hep yanımda olması ve bunun gibi bir sürü güzel anımızın olmasıydı.

Ne olduysa tam o an ben mumları üflediğim sırada oldu. Boğazım düğümlendi, kalbime bir ağrı girdi. Ama bu sefer nedeni hastalığım değildi.

Karnıma kötü bir his  girdi ve gözlerimi açarsam akacak olan göz yaşlarımdan korkarak daha da sıkı kapadım. Kalbim hızla çarpıyordu. O an o acı gerçeğin farkına vardım. Ben ölmek istemiyordum…

 

 

(Visited 18 times, 1 visits today)