Yanan Sayfalar

Eski mi eski, gri mi gri olan apartmanımın merdivenlerinden yavaş adımlarla daireme çıkıyordum. Her bir basamağa ayağımı attığımda sanki oracıkta kırılacakmışçasına ses çıkarıyor, bütün apartmanı uyandıracak bir tonda gıcırdıyordu. Gecenin o saatinde kimse ile uğraşmak istemediğimden dolayı parmak uçlarıma basarak yürümeye karar verdim. Evim yedi katlık bir binanın en üst katında çatı katından çevirme küçük bir odaydı. Tüplü ocağım, hem yatak hem koltuk olarak kullandığım çekyatım, çalışma masam ve onun üzerindeki masa lambam benim gibi daha geleceği belli olmayan bir yazar için oldukça yeterliydi. Bu yer ne kadar iç karartıcı olsa da bana hep ilham vereceğinden daha kiralarken bile emindim. Sokağın bir köşesinde unutulmuş bir binanın içinde en üst katında yaşayan bir yazar. İnsanların hayatları geçerken ben de onları küçük camımdan izliyor, yazılarıma onlara atadığım küçük hikayeler ile süslüyordum.
Mesela her sabah annesi ile ekmek almaya çıkan küçük bir oğlan çocuğu vardı. Onlara kendi kafamda orta halli bir ev ve koca bir köpek verdim. Anneyi ev hanımı, babayı da emektar bir gazeteci olarak belirledim. Çocuk hep güler yüzlü ve arkadaşları tarafından sevilir olacaktı. Fakat aralarda o da hatalar yapacaktı ama bunlardan dersler çıkarıp devam edecekti. On dokuz yaşında da artık kendi ayakları üzerinde durmak istediği için evden ayrılıp yalnız yaşamaya başlayacaktı. Başta çok pişman olup geri dönmeyi düşünecekti ama pes etmemeye karar verip geri ayağa kalkacaktı. Şu ana kadar onların hikayesini daha bu kadar yazabilmiştim. Yine camımdan görebildiğim küçük bir antikacı vardı. Bu antikacının sahibi iki yaşlı çiftti. Evleri sanırım dükkanın üstündeydi ki onları apartmandan çıkarken çok seyrek görüyordum. Hep birbirlerine yardım ederlerdi. Bir şey taşınacaksa hep beraber taşırlardı, birbirlerine çok bağlılardı. Onlara da gençlikleri hakkında çok güzel bir aşk hikayesi yazdım. Bir kütüphanede birbirlerini görüp beğenmiş ama hep konuşmaya çekinmişlerdi. Sonrasında birbirlerinin kitaplarına yazılar bırakarak notlaşmaya başlamışlardı. O notlar küçük sohbetlere, küçük sohbetler akşam muhabbetlerine, akşam muhabbetleri tüm gün gezdikleri müzelere dönmüştü. İkisi de hep sıradan ve mutlu bir hayat istediğinden dolayı ortak bir şekilde bu dükkanı açmışlardı. Çok müşterileri olmasa da bu yaşlarına kadar birbirlerine yetip geçinmişlerdi. Onların hikayesini tamamlamıştım ama en sevdiklerimden olduğundan dolayı arada bir açıp okurdum.
Tekrardan okumak için masama oturdum. Birkaç sayfa göz gezdirdikten sonra üzerime çeken ağırlık ile uykuya dalmaya hazırlandım. Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu. Şamdan devrildi ve ben onları söndüremeden mürekkeple özene bezene yazdığım kağıtlarımın üzerine devrildi. Hepsi teker teker alev almaya başladı. Elim ayağıma dolandı. Üzerlerine su döksem yazılar bozulacak kendim söndürmeyi denesem zaten yanıp gideceklerdi. Çaresizlik içinde suyu hemen üzerlerine boşalttım. Onca günümü verdiğim, uykumdan fedakarlıklarda bulunduğum cümlelerim yavaş yavaş kağıttan akıp gittiler. Yapacağım bir şey yoktu. Belki de herkesin hikayesini yanlış yazdığımdan dolayı böyle olmuştu. Bir kere daha onları farklı yönler ile yazmak üzere masaya kesinlikle masaya oturacaktım. Lakin o gün bu yanık kokulu akşam için uygun değildi.

(Visited 10 times, 1 visits today)