İnsan toplumununun tamamı kararlarımız ve hareketlerimiz üzerine kontrol sahibi olmamız üzerine kurulmuştur. Erdemli ve cesur kararlarımız için ödüllendirilmiş ve zararlı ve korkak hareketlerimiz için cezalandırılmışızdır. Peki, bu kararların hiçbirinin efendisi biz değilsek ?
Antik Yunan felsefe döneminden beri tartışılan bir sorudur özgür iradenin bir hayal unsuru olup olmadığı. Ya kararlarımız sadece o an içinde bulunduğumuz ortamın etkileri sonucu oluşan düşünce ve eylemler ise ? Ve bu eylemler zihinlerimizde bizim kontrolümüz altındaymış gibi kendilerini yansıtıyorlarsa ? Bu size çok saçma geliyor olabilir ama bu fikir için mantık ve bilim çerçevesinde kurulmuş argümanlar yok değil. Özgür iradenin varlığı veya irademizin evrenin yaratılışından beri belirlenmiş birtakım kural ve sayıya “tutsak” olup olmadığını günler boyunca felsefe kapsamında sizinle tartışabilirim ama felsefenin benim gözlerimde daha üstün bir hali olan bilimle bu sorunu çözmeye çalışmaya ne dersiniz ?
Bu sorunun çözümü için başvurabileceğimiz tek bir bilim dalı vardır : beyin bilimi. Rönesans döneminden beri gelişen felsefeden bilime olan geçişden beri beyin bilimcilerin odağında olmuştur irade konusu. Beyin bilimcileri çalışmaları sonucunda iki teori oluşturmuştur : determinizm ve
libertarianism(özgürcülük).
Determinizmin tanımı insan eylemi de dahil olmak üzere tüm olayların nihai olarak iradenin dışında olduğu düşünülen nedenlerle belirlendiği doktrindir. Çoğu determinizmciler argümanlarını savunurken Dr. Benjamin Libet’in 1983’teki deneylerini kaynak olarak verir. Libet’in deneylerinde, katılımcılardan bir düğmeye basmak veya bileklerini esnetmek gibi basit bir görevi yerine getirmeleri istendi. Bir saatin önünde otururken, kafalarına takılan EEG elektrotları beyin aktivitelerini izlerken, bilinçli olarak hareket etme kararının farkında oldukları anı not etmeleri istendi. Deneyin sonucu yapıldığı zaman için çok korkutucu ve önemli veriler elde etti. Libet katılımcıların bileklerini esnetme kararını bileklerini esnettikten sonra verdiklerini tespit etti. Eğer deney doğru bir şekilde icraat edildiyse ve elde edilen veriler doğru bir şekilde not edildiyse deneyden elde edilecek tek bir çıkarım vardır : Özgür irade gerçek değildir, asla olmamıştır ve şu ana kadar bir insanın aldığı tüm kararlar insanın beyninin çevresindeki uyaranlara karşı fizik ve kimya kurallarının bir cevabıdır. Korkutucu, değil mi ? Bu yazıyı okumanızda sizin bir kararınızın bile olmayabileceği gerçeği en kuvvetli zihinleri bile delirtebilecek bir düşünce. Ama herkesin de bildiği gibi bilimdeki tek tartışılmadan kabul edilen gerçek hiçbir şeyin tartışılmadan kabul edilemeyeceğidir. Ve bilime bu gücünü veren altın kural burada da kendini göstermiştir. Deneyin yapılışında hataların olduğunu söylemek bu durumda bir azımsama olur. Scientific American dergisinin de belirttiği gibi :” Ancak daha yakından bakarsak, Libet’in deneyi sorunlarla doludur. Örneğin, katılımcıların ne zaman hareket etme niyeti hissettiklerine dair kendi kayıtlarına dayanır. Buradaki bir sorun, harekete geçme dürtüsü ile bunu kaydetmeleri arasında bir gecikme olabileceğidir – sonuçta bu, dikkatlerini kendi niyetlerinden saate kaydırmak anlamına gelir. Ayrıca insanların karar verdikleri anları doğru bir şekilde kaydedip kaydedemedikleri de tartışılabilir. Kararlarla ilgili öznel farkındalığımız çok güvenilmezdir. Deneyi kendiniz denerseniz – ve bunu hemen şimdi, sadece kendi kolunuzu uzatarak ve bir noktada bileğinizi esnetmeye karar vererek yapabilirsiniz – kararı verdiğiniz anı tam olarak belirlemenin zor olduğunun farkına varacaksınız.” Deneyle ilgili teknik sorunları da göz ardı edersek bileğinizi hareket etme kararının büyük bir suç işleme veya bir aile kurma kararlarından çok farklı olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Konuyla ilgili farklı deneyler de yapılmış olsa da sonuçları karşılaştırılabilir: alınacak karar bir dürtü olarak tanımlanabilirse karar eylemden sonra verilir ama başka deneylerde yapıldığı gibi katılımcılara bir seçenek verilmesi istenildiğinde (örneğin bin dolarla hangi iki hayır kurumuna bağışta bulunacakları gibi) karar verme anı ile eylem anı uyuşmaktadır.
Özgürcülüğü savunan bilimsel veriler determinizmle karşılaştırıldığında daha az kalır. Özgürcüler ikiciliği savunur: beyin ile ruh veya bilincin ayrı iki unsur olduğu fikri. Özgürcülüğün tanımında bilimle ölçülemeyecek bir unsur olduğundan özgürcüler beynin “elektrik üretebilen bir et parçası” olduğunu savunan deterministlere nazaran daha az bilimsel veri elde edebilmişlerdir.
Tüm bu bilimsel jargondan bir adım geri atmayı böyle anlarda yararlı buluyorum. Belki zihnimize bir gemi benzetmesi yapılabilir. Kararlarımız mürettebatı temsil ediyordur ve geminin hızını ve yönünü kontrol edebiliyorlardır ama deniz, dalgalar ve rüzgar kaptanın kararlarını yönlendiriyordur ve bazı durumlarda mürettabatın alabileceği herhangi bir karar geminin alacağı yolu kontrol edemiyordur. Belki.
Bu tür sorular insanı gece ayakta tutabilir. Ve son olarak Amerikan filozof William James’in konuyla ilgili düşüncelerini size aktarmak istiyorum.
” Dün hayatımda bir kriz olduğunu düşünüyorum. Renouvier’in ikinci Essais’inin ilk bölümünü bitirdim ve onun özgür irade tanımının -“bir düşünceyi sürdürmek çünkü başka düşüncelere sahip olabileceğim zaman bunu seçiyorum”- bir yanılsamanın tanımı olması için hiçbir neden göremiyorum. Her halükarda, şimdilik – gelecek yıla kadar – bunun bir yanılsama olmadığını varsayacağım. İlk özgür irade eylemim, özgür iradeye inanmak olacaktır.”