…
Benim onu aramamı isteyen kişi bu durumda ne isteyebilirdi ki? Ve bu kağıt parçası nasıl buraya gelmişti anlayamadım. Eğer bu kağıdı gördüysem ve şuan elimde bulunuyorsa mutlaka bir sebebi vardır. Ki, önüme birden çıkan telefon da cabası.
Beni buradan kurtarabilecek tek şeyin bu kağıt parçasının içinde olan numara ve önüme çıkan telefon olduğunu fark edince ne olabilir en fazla diye geçirdim içimden.
Zar zor ayağa kalkıp telefonu yanına gittim. Kemiklerime kadar donmuştum adeta. Hava o kadar soğuktu ki eklemlerime kadar donma deyimini sonuna kadar hissettim. Birkaç adım ötedeydi zaten telefon yoksa kendimde ayağa kalkmak için güç bile bulamayabilirdim.
Telefonu elime aldıktan sonra sayıları tek tek çevirmeye başladım. Karşıma çıkan telefon şatonun havasına o kadar iyi uyuyordu ki. Sanki telefonun siyahlığı benim ruhumu da karartacakmış gibi bir his kapladı içimi. Zaten burada olmam normal değildi, bir de karşıma tuhaf şeyler çıkmaya başlayınca iyice garip hissetmeye başlamıştım.
Telefonu elime tereddütle aldıktan sonra cızırtılı sesler duymaya başladım. Ses çok rahatsız ediciydi, sanki biri çatalı tabağa sürtüyormuş gibi. Sonra o sesi duydum.
-İyi ki doğdun, Rose.
Kendi ismimi duyunca tüylerim diken diken oldu. Bu konuşan her kimse, ses tonu tanıdık gelmişti. Olayın şokunu atlatamadan gözlerim karamaya başladı.
Bu sefer uyandığım yer önceki şatodan çok farklıydı. Çok daha mütevazi, çok daha davetkar. Yerden kalkmadan önce fark ettiğim ilk şey burnuma gelen o muhteşem koku oldu. Sanki ben küçükken annemin yaptığı yemekler gibi kokuyordu etraf. Ama bunun olması ihtimalini gözden bile geçirmedim. Bu da sadece başka bir illüzyon olmalıydı. Tek istediğim evimin sıcaklığına dönmekti.
Buradan kurtulmanın tek yolu kalkıp bir yol aramaktı. Yerimde yatarak hiçbir şeyi halledemezdim. Sonunda ayağa kalktığımda fark ettim ki şatodan beri üstümdekiler değişmemişti. Görüşüm loş ışık sayesinde çabucak geri gelmişti.
Belli ki evin oturma odasındaydım. Beyaz bir koltuk, televizyon ve kahverengi bir kahve masası da vardı. Bu lalanın yanında yemek masası da vardı. O odanın yanında da mutfağın olduğunu tahmin ediyordum, ve öyleydi. Buranın bu kadar tanıdık gelmesi iyi miydi kötü müydü anlayamamıştım. Ortamdaki tanıdık koku ve tanıdık eşyalar sanki çocukluğumu andırıyordu.
Bir de, etraf sanki birinin doğum gününü kutlarmış gibi süslenmişti. Düşünceler aklımdan su gibi akarken o sesin telefonda dedikleri aklıma gelmişti.
-İyi ki doğdun Rose.
Ama buraya ilk geldiğimde doğum günüm haftalar sonra olmalıydı. Ve ben burada en fazla 3 gün geçirmiş gibi hissediyordum. Gerçek dünyaya dönmek için elimden geleni yapmalıydım.
Tabii tüy ürperten evlerin olmazsa olmazı, yukarı kata çıkan merdivenler. Garip bir şekilde olması gerekenden daha rahatlatıcı bir atmosferi vardı üst katın. Buradaki süslemelerin renkleri daha yumuşak, daha sevimliydi. Özellikle bir oda dikkatimi çekti ki, o anda fark ettim buranın neresi olabileceğini.
Evim.
Ama şuan yaşadığım ev değil, babamın ve annemin bu evden kaçmasına sebep olan olaylardan önceki evim.
Üst katta bir banyo ve boş bir odanın yanı sıra bir de ebeveynlerimin olduğu belli olan bir oda vardı. Yatağın yanında ise bir beşik. Bu beşiğin benim olduğu çok belliydi çünkü içinde çocukluğumdan beri en sevdiğim battaniyem duruyordu. Tabii evin belli kenarlarında gözüme çarpan başka eşyalar da olmuştu. Bu benim ,babamın bana fotoğraflardan gösterdiği, 1. doğum günüm olmalıydı.
Ebeveyn banyosuna da göz atıp bir şey bulamayınca aşağı inmeye karar vermiştim.
Aşağı indiğimde oturma odasındaki kahve masasının üstünde beni bir doğum günü pastası bekliyordu.
Pastanın üzerinde yamuk yumuk bir şekilde “Doğum günün kutlu olsun Rose” yazıyordu. Pastanın üstünde 17 tane mum vardı.
Pastanın mumları yandı birden, aynı anda da bütün evin ışıkları söndü.
Daha en fazla ne olabilirdi ki. Mumları üflemeye karar vermiştim.
Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu.