İnanç farklılıkları, silahlı çatışmalar, doğal afetler, siyasal ve ekonomik sebepler nedeniyle kişilerin doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalması insanlık tarihi kadar eski bir olaydır. Geçtiğimiz son yüzyılda dünya genelinde artan çatışma ortamı, etnik ve inanç temelli şiddet olayları, insan hakları ihlalleri ve ekonomik krizler göç eden ve iltica arayan insan sayısının artmasına sebep olmuştur. Mültecilerin sayısındaki artış hem ülkemizi hem de tüm dünya ülkelerini olumsuz etkilemektedir.İkinci Dünya Savaşı sonrasında artan mülteci sorunları nedeniyle Birleşmiş Milletler öncülüğünde, göç alan ülkelerin menfaatlerini korumak ve mültecilerin temel insan hakları ve ihtiyaçlarını garanti altına almak için çözüm yolları üretilip, geliştirilmiştir.
Yerlerini, yurtlarını, ailelerini, akrabalarını terk etmek zorunda kalan mülteciler kimi zaman kamyon kasalarında, konteynırlarda, teknelerde umut yolculuğuna çıkıyor. Yolculukları, ölüm ve kalım arasında gidip gelen bir trajediye dönüşüyor. Varabildikleri noktalarda ise ilerisini göremedikleri bir bekleyiş veya belirsizlikle karşı karşıya kalıyorlar. Milyonlarca canı tehlikeye atmak yerine bu sorunu çözmeye odaklanmalıyız. Sığınmacı ve mülteci sorunun tek kalıcı çözümü küresel işbirliğinin. Mülteci konusu, uluslararası toplumun birbirine olan karşılıklı bağımlılığının klasik bir örneğini oluşturmaktadır. Bu, bir ülkenin sorunlarının aynı zamanda diğer ülkeler için nasıl sonuçlar doğurabileceğini açıkça göstermektedir. Söz konusu durum, aynı zamanda, sorunlar arasındaki birbirine bağımlılığın da bir örneğidir. Bu yüzden dünya devletleri küresel eşitsizlikler, yoksulluk ve çatışmalar konusunda küresel bir iş birliği yaparak göçe kaynaklık eden ülkelerdeki durumun iyileştirilmesi için çaba harcamalıdır. Uluslararası bir göç politikası mültecilerin insan haklarını koruyarak ülkelerine geri dönmesini sağlayabilir.
Sınırları kapatmak, ulusal kontenjanların uygulandığı ya da kişisel eşyalara yasal olarak el koyma hakkının geçerli olduğu gibi caydırıcı eylemler yerine Avrupa’ya özgün bir yaklaşım sergilemeliyiz. İlk olarak hepimiz en kritik sınırlar diyebileceğimiz Yunanistan ve Türkiye sınırlarını güvenli hale getirmeliyiz. 2000’in üzerinde Avrupalı ve ulusal memurun bu sınır bölgelerinde görevlendirilerek parmak izi alınması, fotoğraf çekilmesi ve mültecilerin kayıt altına alınmaları işlemlerinin muntazam şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bu şekilde kimin Avrupa’ya girdiğini ve kimin geri dönmekte olduğunun da ayrımına varabiliriz. Mülteci kamplarının yaşam şartlarının iyileştirilmesi de bir diğer önemli konu, bizler mülteciler ile doğrudan ilgilenebilir ve onları yönlendirebiliriz. Sağlık durumlarını kontrol edebilir, eğitimlerini mümkün hale getirir, yemek fişleri dağıtır, içinde bulundukları duruma istinaden daha fazla kontrol sahibi olmalarını mümkün hale getirebiliriz. Kontrolü elimize aldıktan sonra geri dönüş programına başlayıp mülteci sorununa karşı koyabiliriz.