Görevimiz Tehlike

Eve gelmiştim. Kanepeye yatıp haber izlemeyi düşünüyordum. Paltomun cebinden telefonumu almaya çalışırken elime bir kağıt geldi. O kağıtta hemen beni ara yazıyordu. Kağıtta bir de son rakamı silinmiş bir numara vardı. O numara devlet başkanının sarayına aitti. Hemen internette gizli sekmede, başkanın numarasını gizli sitelerden aradım. En sonunda devlet yatırımcıları sitesinden numarayı buldum. Numarayı, telefonu elime aldığım gibi yazmıştım. Açan kişi hemen “Rolün ne?” diye sordu. İlk başta rol derken neyi kastettiğini anlayamamıştım. Sonra rolden ajan ismimi sorduğunu anladım. Rolüm Ajan J’ydi.

Ertesi gün başkanla buluşmaya klasik ceket ve pantolonumla gittim. Başkan ilk başta benim kendi ekibimi görevlendirmişti Ajan Z ile birlikte. Ancak evrakların  peşinde olanlar sadece biz değildik. Monroe bizim korktuğumuz kişiydi. Ancak Ajan Z’yi evrakları almış kaçarken vurmuştu. Monroe elmas karşılığında çalışan biriydi. Başkanla buluşmaya gittiğimde Rusya’dan çaldığımız ancak Monroe’ya kaptırdığımız evrakları benim çaldığımı düşünüyorlardı. Başkan yanında bir de kendi özel yardımcısı Steven’ı getirmişti. Başkan ile bu konuda konuşuyorduk. Başkan her an gelebileceklerini ve temkinli olmamı söylemişti. Tam o anda motosiklet ile limuzinin arkasından tüfeklerle saldırdılar. İlk olarak şoförü sonra da başkanı vurdular. Steven ve ben araç yoldan çıkarken yanımızda göl olduğu için göle atladık. Rus yüzbaşı ve adamları saldırı tüfekleri ile bize seri bir biçimde yağdırıyorlardı. O anda cebimden bir kırmızı gaz saçacağı çıkmıştı onu açıp gölün bir tarafına yönlendirdim. Bütün adamlar o alete sıkıyordu mermilerini. O anda Steven ve ben köprünün altına girdik. Yüzbaşı Lukic adamlarına çok sinirlendi. Steven bana bunun işe yarayacağını nerden bildiğimi sordu. Ben de “Onlara bir hedef verdim ve onlar da buna ateş etti.” dedim. Sonra Steven ile ekibimin bulunduğu tren istasyonundaki yeni teknoloji yeşil vagona gittik.

Lukic’in adamları peşimizi bırakmamıştı. Biz istasyona gittiğimizde onların sesi yakından geliyordu. O yüzden acele etmeye çalışıyorduk. Ben vagonumuzu görmüştüm. Hareket etmeye başlıyordu. Son hızımızla vagona yetişmeye çalışıyorduk. Sonunda vagona yetişmiştik. Vagonun kapısı göz taraması ile açılıyordu. Zıplıyordum ancak yetişemiyordum. En sonunda Steven beni havaya attı ve yetiştim. Göz taraması onaylanmıştı. Elimi Steven’a verdim ve ikimiz de vagona binmiştik. Vagona ilk bindiğimizde Ajan E yani Julia ve Ajan K yani Jack silahları Steven’a doğru kaldırmıştı. Ben onlara Steven’ın bizden biri olduğunu söylemiştim. Sonrasında kıyafetlerimizi değiştirip Rus başkanını bu konu hakkında dinlemeye başladık. Başkan “Benim görevim bir başkan olarak insanların aklına gelmeyecek olan şeyleri düşünmek.” demişti. Bu sözler bütün dünyada tartışmaya neden olmuştu. Monroe’dan o belgeleri almak isteyen sadece biz değildik. Aynı zamanda Christopher ve adamları da vardı.
Plan konusunda önce Monroe’nun bulunduğu kattaki odanın numarasını kendi bulunduğumuz oda numarası ile değiştirdik. Ben ve Steven da gerçek Monroe’nun bulunduğu odaya girdik. Julia sahte Monroe olup elmasları alacak ve garson kıyafetindeki Jack’e teslim edecekti. Ancak Jack Dubai’deki otelde olacağımızı söyledi. İlk başta ”Bunda ne var ki?” dedim. Sonrasında “O oteldeki kontrollere ulaşmam için 234. kata girmen gerekiyor.” dedi. Böylece o da o kontrollere ulaşabilirdi. Günler sonra Dubai’deki Burj Al Arab Oteli’ne ulaşmıştık. Hemen odamıza geçtik. Christopher’ın yanında bir de kapıları denetlemek için birini getirdiğini öğrendik. Ben camlara yapışkan eldiven ile tırmanıyordum. 234. kata ulaştığımda Christopher ve adamının asansöre bindiğini öğrendik. Steven’ın gözüne oradaki kağıtların fotoğrafını çekmek için lens takılmıştı. Ben ve Steven Monroe’nun odasına gittik. Monroe’nun yanında iki tane de koruması vardı. Evrakları istemiştik. O anda Christopher ve adamı Julia’nın bulunduğu odaya girmişti. Elmasları direk vermişlerdi. Öbür tarafta Monroe’nun verdiği evrakların resmini çekiyordu Steven. Monroe bir süre sonra lens olduğunu anlamıştı ve eline tabancayı almıştı. Orada da bir karmaşa vardı. Steven evrakları alıp kaçmıştı. Ben Monroe ile ilgileniyordum. Monroe’yu camı kırıp dışarı atmıştım. En sonunda binadan çıkıp asıl evimiz Amerika’ya dönmüştük. Evrakları alıp asıl amacımız olan barış mesajını Rus başkana ve oradaki bütün herkese iletmiştik.

(Visited 13 times, 1 visits today)