Bilmediğim bir yerden gelen bir sarsıntıyla uyandım. Kararsız duygularla yatağımdan doğrulurken duvardaki saatten saatin çoktan on biri geçmiş olduğunu gördüm. Yavaş şüpheci adımlarla banyoya doğru yol aldım. Banyodaki aynadan kendime bakınca dudaklarımdan şu cümleler süzüldü, “Keşke bir sihirbaz olsaydım.”. Evet ya, ben bir sihirbaz olsaydım şu tanıyamadığım yüzü düzeltirdim önce. Sonra şu eski tahta köşkü bir elden geçirirdim. Belki de fareler yüzündendi sabahki sarsıntılar onları da temizlerdim, hani fareli köyün kavalcısı vardı ya tıpkı onun gibi ben de kovardım fareleri evimden. Ama asıl ben bir sihirbaz olsaydım ilk önce kendimi zengin ederdim. Dememiş miydi koskoca Napolyon bile, “Para, para, para” diye? Her şeyin başı sonu ortası değil miydi uğruna hayatlarımızı harcadığımız para?
Hızlıca bir duş aldım ve banyodan çıktım. Üstüme yırtık pırtık kıyafetlerimi giydim ve yamalı paltomu sırtıma attığım gibi dışarı fırladım. Bom boş, mezar gibi sessizdi sokaklar. Yırtık kıyafetlerimden sızan soğuk neyse de en çok bu sessizlik titretmişti içimi. Ben bir sihirbaz olsaydım buraları da hep insan doldurur taşırır, bir sürü dükkanlar açtırırdım. Festivallerin, kutlamaların, eğlencenin hiç bitmemesini sağlardım. Eskisi gibi olmaz artık param da olduğundan yeni ahbaplarım yanımdan hiç ayrılmazdı. Ah, ne de tatlı hayallerdi bunlar. Ama boş ver, en azından şimdi yalnız başıma kafamı dinliyorum. Hem ben hiç dırdır, tantana çekemem ki öyle. Aşık Veysel’in de dediği gibi “Benim sadık yârim kara topraktır.”. Yürüdüm ben de, çok değil bir 200-300 metre sonra bir ihtiyar gördüm. Bağırdım, “Amca burada ne yapıyorsun sen bu saatte?” cevap gelmedi, bir daha bağırdım, “Hey! Amca…” gene cevap yok. Yanına vardım ben de, baktım ki ihtiyarın ne kulaklar duyuyor ne gözler görüyordu. Fakat sırtın da bir küfe içi çay dolu taşıyordu. Kulaklarına fısıldadım, kulaklarının duymayacağını bilsem de belki yüreği duyar diye, “Ben bir sihirbaz olsaydım sana iki yeni göz, kulak, güç, kuvvet verirdim.”. Sonra şuursuzca yoluma devam ettim. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm daha önce hiç görmediğim yerlere vardım. Çok yorulmuştum, yakındaki bir çınarın gövdesine yaslandım. Ne de heybetliydi çınar, gövdesine dokundum ve adeta her şeyi anlattı bana çınar: susuz zamanlarını, gövdesindeki yaralarını… Bir ah çekip söyledim çınara, “Ben bir sihirbaz olsaydım senin acılarını alır, istediğin kadar su verirdim sana.”. Az ötede bir kız çocuğu ağlıyordu. Kim bilir neler yaşamıştı, baktım ayakları da çıplaktı, üstü başı benimki gibi yırtık. Asıl ben bir sihirbaz olsaydım ona yüzünden hiç düşmeyecek bir gülümseme verirdim.
Tabi ya aslında bunların hepsi birer aracıydı. Hepsi birer anahtardı, kapının arkasındaki değil. Ben bir sihirbaz olsaydım herkese kapının arkasındakini verirdim. Gerçek yaşama nedenimizi, asla kaybetmememiz gereken asıl değeri, bizi biz yapanı: mutluluğu… Ben sihirbaz olsaydım herkese mutluluğunu verirdim.