Hepimizin hayatı bir süre o küçük zorbalarımıza inanarak geçti. Bazen tek isteğimiz 7/24 onların yanında olmaktı. Onlarınsa kendilerini her konuda tatmin edecek birkaç insan dışında düşündükleri bir şey yoktu bizler için. Bu yazıyı başta kendi küçük zorbam olmak üzere tüm o gitgide ağırlaşan insan güruhlarına adıyorum.
“Neden canın sıkkın?”, “Yoksa yanlış bir şey mi yaptım?”, ”Depresyona falan mı girdin?”, ”Bu kadar büyüteceğin ne yaşamış olabilirsin?”, “Bence ne yaşadıysan biraz abartıyorsun.”… Eminim ki hepimizin bir müddet işittiği o sinir bozucu laflar bunlardı. Hayır, üzgün değildik. Sadece biraz kandırılmış hissediyorduk. Nasıl olur da kanabilirdik ki söyledikleri o süslü laflara? Yoksa yanlış bir şey mi yapmıştık? Kafamızı bunlar meşgul etti hep. Ne takvimdeki sayfaların birer birer geçtiğini görür ne de bizi gün içinde hoşnut eden en ufak bir şey kalırdı. Bazen bomboş bir duvara saatlerce bakakalırken içimizde kopan savaşlarda duyulan yardım nidaları kulaklarımızda çınladı. Yine de geçiştirdik biz o rahatsız edici soruları. Çünkü biz ne duyacağımızdan en az adımız kadar emindik: “ Ne oldu?”.
Ne yazık ki bizim için bile zordu yanıt bulmak bu soruya. İşte o anlarda sorguluyorduk tüm olan biteni. Belki bu kafa karıştıran sorular yalnızca iyiliğimizi düşünerek yöneltilmişti bize. Bizse hayatımızın merkezini başka bir imparatora kaptırmıştık bile. Onların sorularına artık başka birileri yanıt arıyordu. O imparator ruhumuza işlediğinde; ne bize zarar veremeyeceğini söyleyecek ne de küçük zorbamızın tüm bedenimizi ele geçirdiğini yadsıyacak zamanımız vardı. Hep söylerler ya: “ Biz hatayı başında yapmıştık.”
Sonra öfke saçtık her yere. En ufak hatada bütün sevdiklerimizi çıkardık hayatlarımızdan. Çünkü içimizde bir parça bile tolerans yoktu artık. Konuşma sırasını, hep iltimas geçtiğimiz o küçük zorbamıza devretmiştik. Belli ki onun da söyleyecek kendine göre büyük sözleri vardı. Büyük bir savaş kaybetmiş bitkin benliğimiz ise ya içten içe ağlıyor ya da feryat ediyordu herkese. Onun söylemek istediği çok şey vardı. Eğer sesi duyulsaydı şunları haykırırdı insanlara: ”Sizin pek de ilgi göstergesi olmayan basit sorularınız benim acımı anlatmaya yetmiyor. Size tek dediğim şey birkaç insanın bana kötü davrandığı. Oysaki yaptıkları tüm o şeyleri tanımlamaya kelimeler yetmiyor. İşte, bakın bana nasıl davranıyorlar.” Belki de olmak yerine ölmeyi yeğlediğimiz o birkaç insana dönüşüyorduk. Şahsen ben artık onun bir benzeri olduğum gerçeğinin farkına vardığımda elleri zehirli bir kuaförün elindeki makas artık imparatora ait olan birkaç parça saçı birer birer kesiyordu.
İmparator tüm nefretini kustuktan sonra sesi epey kısılmıştı. Artık benliğimiz yavaş yavaş güçleniyor, uyanmaya hazırlanıyordu. Ruhumuzda dingin bir hava hâkimdi. İşte artık bizi besleyen hırslarımızdı. Ruhumuz, elinden gelenin en iyisini yapmaya ant içmişti.
Sonra seninle güzel zaferler kazandık küçük zorbam. Ölü bedenin içimde büyük bir yer kaplıyor olsa bile sesin artık çıkamazdı, çünkü varlığını içimde öldürmüştüm. Artık söz sahibi benim. Yıllarca bana neler çektirdiğini anlattım tüm yakınlarıma. Onlarsa birbirlerine benim ne kadar umutsuz göründüğümü söylediler. Şimdi başarılarımı dillerinden düşürmüyorlar. Eminim ki her zaman yaptığın gibi bu başarıma da ortak olmak için can atardın. Eskiden yanımda olduğunu düşünüp bunu yapmana sesimi çıkarmazdım. Lakin sen hiçbir zaman benim yanımda olmak istemedin. Şu an derin uykundan uyanman ihtiyacım olan en son şey. İsmimi dillerine pelesenk eden tüm insanlara haykırmak istediğim son bir şey var: “Sürekli eksik olan, bir süre sonra gerekli de olmuyor.”