Fırçasını suya batırdı, fazlasını yanında duran peçeteye silip karşısındaki tuvale dokundurdu. Birçoğu onun sanatını saçma ve gereksiz buluyordu. Çizdiği portreler korkunç ve bakılması zordu. Hepsinin gözleri ruhlarının en karanlık ve derin kısmına gömdükleri günahları apaçık ortaya seriyordu. Bu portreler o kadar gerçekti ki bazıları onları süreal olarak değerlendiriyordu. Kendisi de bıkmıştı sanırım. Yorulmuştu insanların iğrençliğinden. Fırçasının ucunda sakladığı başka bir şeyler vardı. Bir de kendisini bunu sırları açığa dökmeye ikna edebilse. Bu korkunç, günahlarla dolu dünyada hapisti. Onun da gözleri acıdan yapılmıştı. Uykusuzluktan oluşmuş göz altı torbaları fırçasındaki moru destekliyordu. O da kendi portresiydi.
Fırçasını yarısı su ile dolu olan, farklı renklerde boyaların kaplamış olduğu bardağa bıraktı. Önündeki portreye bir daha baktı. Resimde mor bir çiçek tutan eller sanki onun boğazını sıkıyordu. Gözleri doldu, bıkmıştı. Hep aynı şeyi yapmaktan. Küçüklüğünden beri ressam olmak istemişti oysaki. Küçüklüğü, ah ne kadar da acıklıydı. Dışardan bakılınca gayet normal bir hayatı vardı ama içinde yaşadıkları… Kelimelerle anlatamazdı bunları. Sanırım bu yüzden seviyordu insanların ruhundakileri ortaya dökmeyi. Gözler ruhun aynasıdır. Bu onun için fırçasıydı. Ayağa kalktı ve kendini çok da uzakta olmayan yatağına attı. Ellerine bulaşan boya kurumuştu. “Yeni bir şeyler denemeliyim.” nefes verirken fısıldadı. Odada bir tek o olmasına rağmen. Sanırım kendisinin de dediklerini duyması gerektiğine inandı. O da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu. Bu yerler fırçasını değdirdiği yerler olsa da. Kendi ruhunda, bedeninde sadece günah ve ihanet yoktu. İnsanlık sadece bu olamazdı.
“İçerde kimse var mı? İki saattir kapıyı tıklatıyorum.” Ses kapının dışından geliyordu. Ayağa kalktı ve kapının önünde durdu. Kapı deliğinden baktı. Dışarda yirmili yaşlarda, beyaz tenli, biraz uzun boylu bir adam duruyordu. Kapıyı onun adamı ama adamın içeriyi göremeyeceği kadar açtı. “Ben buraya yeni taşındım. Komşunuzum.” adam gülümsedi. O da diğerlerinden farksızdı. Onun da gözleri bir şeyler gizliyordu. Ancak bu sefer buna odaklanmadı. Tam tersine adamın güzel gülümsemesini inceliyordu. “Ah! Doğru. Bunu unutuyordum.” adam elindeki tabağı uzattı. “Yeni pişirdim.” Ellerindeki kurumuş boyayı üstüne sildikten sonra tabağı aldı. “Teşekkürler.” Uzun süredir ilk defa yüksek sesle konuşmuştu. Sesi biraz hırıltılı çıkmıştı ama bunu karşısındaki adamın fark ettiğinden emin değildi. “Bir ara kahve içmeye gitmeliyiz, yakınlarda güzel bir kahveci biliyorum.” Sosyal insanları pek anlayamıyordu. Bu teklifi de pek anlamamıştı ama kabul etti. Adam yüzündeki güzel gülümsemesiyle yandaki daireye girdi. Aynı anda iki kapı da kapandı. Adam tuvalinin başına geçti. Önündeki iç kararıcı tuvale baktı. Bu onun sanatıydı. Kötü değildi. Korkunçtu belki de. Gereksizdi. Bundan diğerlerine neydi ki.
Ertesi gün adam yine gelmişti. Aynı pozisyondaydılar. Uzun boylu olan yine bir şeyler söylüyor o da dinliyordu. “Modelim ol.” Ortalığı sessizlik sardı. Uzun boylu olanın konuşması yarıda kesilmişti. Kapıyı bu sefer tam açmıştı. İçerdeki tuvallerle dolu oda gayet görünür durumdaydı. “Ben bir ressamım.” Uzun boylu rahatladığını belli edecek şekilde güldü. “O anlamda dediniz. Şey, benim bunu düşünmem gerek.”
Adamın düşünmesi pek uzun sürmemişti. Şu anda Bir tuval ve ona bakan iki çift gözün karşısında oturuyordu. Bu durum ne kadar da garipti. Yine fırçasını suya batırdı ve tuvaldeki boyayı seyreltti. Uzun süredir bu kadar uğraş göstererek bir şeyler çizmemişti. Günahkar gözleri o kadar çok çizmişti ki onun için bunları yansıtmak o kadar da zor değildi artık. Bu çizimi farklıydı. Bu sefer günahları çizmeyecekti. O bir papaz mıydı da sürekli günah çıkarıyordu. Hayır, bu sefer önündeki genç adamı tüm güzelliğiyle resmedecekti. Bu sefer insanlıktan korkmayacaktı. Çünkü onun gülüşü bütün günahlarını yok sayabileceği kadar güzeldi. Yeni bir ressam işte bu gülüşle doğdu. Yeni diyarlar bu gülüşle keşfedildi.