Orta Doğu denince gözünüzün önüne ne geliyor? Tahminimce sokaklardaki patlamalar, uçaklar, her füze sesinde kaçışan insanlar, harabe şehirler, kahverengi, toz, toprak, mermi dolu binalar ve dahası. Ama eskiden böyle değildi. En azından burada. O kadar güzel bir şehirdi ki burası, batıya taş çıkartırdı. Lübnan’ın başkentiyim. Dünyanın en karmaşık ülkesi kendisi. Eğlencenin Orta Doğu’daki kalbi. Önceden defalarca kez yıkıldı, şimdilerde de o kalp yeniden kırıldı. Zamanında her kesimden insanın huzur içinde yaşadığı Beyrut ben. Size biraz kendimden, sonra da başıma neler geldi de bu hale düştüm onlardan bahsedeceğim.
Lübnan Akdeniz’in kıyısında yaşamın ve yıkımın birbirine karıştığı Arap ve Orta Doğu ülkesidir. Bölgenin etnik ve dini açıdan en karışık yeri, tam bir zıtlıklar ülkesi. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’ndaydı. İstikrarlı ve düzenli bir büyüme yaşadı o dönemlerde. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın sömürgesi haline geldi. Özgürlüğünü ilan etmesi ise İkinci Dünya Savaşı sonrasındaydı. Tam nüfusu bilinmiyor. Sebebinden ileride bahsedeceğim, merak etmeyin. Ama tahminen 6 milyon civarında. Fakat ülke dışında yaşayan Lübnanlı sayısı bunun neredeyse üç katı kadar.
70’lere kadar Orta Doğu’nun Paris’i derlerdi bana. Hatta zamanında öyle söylentiler vardı ki hakkımda aklınız durur. Her hafta şampuanlarla yıkanıyormuş sokaklarım inanabiliyor musunuz? Sonra ise içinde bulunduğum bu ülke karmaşık yapısı nedeniyle büyük bir iç savaşa sürüklendi. Bu karışıklık yönetime de yansıyor. O kadar ki herhangi bir toplumun nüfusunun diğerinden fazla çıkması korkusuyla 1948’den beri nüfus sayımı yapılmıyor.
1975’te Aziz Maruni Kilisesi’nin önünde çıkan istenmeyen olaylar uzun yıllar sürecek iç savaşın pimini çekti. Bu savaş 15 yıl sürdü ve yaklaşık 150-200 bin Lübnanlı öldü. 1 milyondan fazla Lübnanlı ülkeyi terk etti. Ülkesinde yaşamayan ama tüm dünyaya Lübnan’ı tanıtan ve sevdiren Amin Maalouf da bunlardan biri.
Tamamen moloz yığını haline gelen, doğu ve batı olarak ayrılmış bir şehirdim artık. Oysa önceden Julio Iglesias gibi birçok ünlünün konserler verdiği, patlama korkusu olmadan insanların özgürce Akdeniz’in keyfini çıkarttığı bir yerdim. Hatta kendi ülkelerinde bulamadıkları özgürlükleri burada buldukları için Arap milyonerlerin durmadan ziyaret ettiği lüks oteller ve eğlence mekanları da beni ünlü yapan şeylerdendi.
Çözülemeyen Filistinli göçmen sorunu da tuzu biberi tüm bu sorunların. Özellikle Suriye Savaşı’ndan sonra gelen göçmenlerle birlikte merkez bölgelerimde eğlence sürerken dışarıda kalan yerlerde apayrı bir zıtlık oluştu. Bu bölgede yaşayan göçmenler 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar. Sosyal hakları yok. 76 tane mesleği yapmaları yasak. Çöpçü de olamıyorlar memur da. Göçmenlerin yaşadığı bu bölgeye yapı malzemesi sokmak yasak. Atıklar sokaklara akıyor. Su sistemi yok. Çeşmeden tuzlu su akıyor ve binaların dışındaki patlak borulardan aktarım sağlanıyor. Su sızdıran boruların yanında elektrik telleri var. Yılda onlarca göçmen bu yüzden hayatını kaybediyor. Yani anlayacağınız bir tarafta eğlence devam ederken diğer tarafta can pazarı var.
Bu durumun önüne de geçilemiyor. Çünkü üreten bir ülke değiliz. Ticarette dışarıya bağlıyız. Tarım sadece domates, biberden ibaret. Her şey ithal, fabrika yok. İpleri hep başka ülkelerin elinde olan bir ülke oldu burası. Bu yüzden 2 sene önce ticaret yaptığımız ana damar olan limanda, Beyrut Limanı’nda, yaşanan patlamayla yeniden çıkmaza girdik. Her şey ithal edildiği için ülkede zaten sınırlı sayıda bulunan stok ürünler karaborsaya düştü. Halkın kendisi de bu durumdan dolayı yine mağdur durumda.
İsterdim ki size o güzel zamanlarımdaki özelliklerimden mesela; özgürlüğümden, eğlencemden, eğitimimden, temizliğimden, kültürümden bahsedeyim. Bu kadar eşsiz bir şehir olup aynı anda da bu kadar bahtsız olmak beni gerçekten çok üzüyor. Sizlere anlattıklarım yalnızca beni bu hale düşüren şeylerin bir kısmı. Elbette bunların hiçbiri olmamışken benim de dudak uçuklatan bir tarihim vardı. Gerçi bu anlattıklarıma da şaşırmış olabilirsiniz. Ama benim amacım hazır elime fırsat geçmişken, konuşabiliyorken neler çektiğimi anlatmaktı. Size aynı şeyleri Lübnan’ın diğer şehirleri olan Biblos ve Sayda da söyler elbet. Ama inanın bana bu dediklerimi Paris’ten duyamazsınız. Böyle bir tarih sadece Orta Doğu’nun Paris’inde vardır.